12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbelerine övgü yapan Gülen, bütün dindar grupların üzerinden buldozer gibi geçen 28 Şubat sürecinden de güçlenerek çıkmıştı. Darbenin fetva emini olan Gülen’in, “Asker yanlış da yapsa MGK kararlarıyla sevap almıştır” sözleri unutulmadı.
Türkiye 28 Şubat Darbesi’nin 18. yılını da, ‘paralel darbe’ girişimiyle deşifre olan örgütün gölgesinde geçiriyor.
Önceki yıl gözaltına alınan ve tutuklanan darbeci generaller de şu an serbest. Kamuoyu; ‘28 Şubat’ın medya, sermaye ve sivil toplum örgütlerinden oluşan ayağına sıra ne zaman gelecek?’ diye beklenti içerisinde iken, cezaevindeki tutuklu generaller bir bir salıverildi.
Üstelik bu karar, 17-25 Aralık darbe girişimiyle millet iradesine operasyon yapmaya kalkışan ‘Paralel Yapı’nın lideri Fethullah Gülen’in, “Yaşlı başlı adamlar böyle orada hesap verince ciğerim yanıyor benim. Elimde bir imkan olsa, ben onların hepsine serbestsiniz derim” şeklindeki sözlerinin ardından geldi.
Daha da vahimi, dönemin darbesine maruz kalmış REFAHYOL Hükümeti’nin iki bakanı; Meral Akşener ile Şevket Kazan da darbecilerden şikayetçi olmadıklarını bildirdiler. Bugün artık 28 Şubat davasından tutuklu bir general yok. Ancak 28 Şubat darbesinin mağduru olan pek çok isim hala içeride ve hala bırakılımış değil. Aslında 28 Şubat süreci ve sonrası paralel yapı ile ilgili kulaktan kulağa dolaşan, kapalı kapılar ardında korkularak da olsa konuşulan gerçekler vardı. Bugün geriye dönülüp bakıldığında, darbenin gizli müttefiklerinden birinin Gülen Cemaati olduğu daha iyi anlaşılıyor. Fethullah Gülen’in millet iradesine karşı darbelere desteği ise eskilere dayanıyor…
Aşk ve şevkle asker övgüsü
Gülen ve medyası her ne kadar, 17 Aralık sürecinin ardından ‘Biz, 12 Eylül 1980’de, 28 Şubat 1997’de preslendik’ diyerek mağdur olduklarını öne sürseler de, arşivler ve gerçekler bunun tam tersini gösteriyor. İsterseniz, Gülen’in ‘preslendik’ dediği darbelerden 12 Eylül 1980 için söylediklerini hatırlayalım..
Gülen darbeden bir ay sonra, Sızıntı dergisinin Ekim sayısında “Son Karakol” adlı makalesinde, “…Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” diyordu.
Üstelik bu satırları yazmak için o kadar şevk ve heyecanlı idi ki, mum ışığında kese kağıtlarını kullanarak müsvedde oluşturmuştu. Gülen, askerden kendisinden daha fazla yararlanmasını ister sözlerle adeta cadı avı yaşanan o karanlık 28 Şubat günlerinde de, istedikleri fetvayı veriyordu.
MGK kararları için ‘Asker bu kararıyla yanlış da yapsa sevap almıştır’ diyen Gülen, başörtü için de ‘füruat’ diyerek yasakçıları rahatlatmış, dindarları yalnız bırakmıştı. Bir televizyon kanalına konuk olan Gülen’in söylediği “Hükümet gitsin” sözleri tüm gazetelerin manşetindeydi. Gülen programda şunları söylemişti: “Bana göre askerler masumdurlar. Eğer işin içinde bir hata varsa bu içtihat hatasıdır. Hatta fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşılabilir, içtihattaki hatalar bir sevap kazandırır, isabet olursa iki sevap kazandırır mülahazası.” (Kanal D- 16.04.1997)
Peki Fethullah Gülen ve cemaati 28 Şubat sürecinde gerçekten mağdur olmuş muydu.. Dahası o dönemi nasıl değerlendirmişti? Ordu, medya, yargı ve muhalefetin işbirliği ile 28 Şubat kararları hükümeti hayli bunaltırken ve;
-Kimi generaller açıkça RP’yi ve Necmettin Erbakan’ı tehdit ederken,
-8 yıllık kesintisiz eğitimle imam-hatip okullarının yolu kesilirken,
-Başörtülüler okul önlerinde polis tarafından joplanırken,
-RP Hakkında kapatma davası açılıp, siyasi yasak getirilirken,
-Milli Gençlik Vakfı yöneticileri idamla yargılanırken,
-Kudüs geceleri suç sayılırken
-İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan şiir okuduğu için mahkumiyet alırken
-Anadolu sermayesi olarak anılan şirketlerin önü kesilirken…
-Dokunulmayan, dahası ‘İslam’ın Gülen yüzü, çağdaş Müslüman ‘sunumuyla öne çıkarılan isim Fethullah Gülen ve Grubuydu. Televizyonlar Gülen’i ağırlıyor, ekranlarda okullarının belgeselleri övülerek anlatılıyordu. Şaşaalı lüks otellerde yemekler veriliyor, patrikhane ve Vatikan’la diyalog artırılıyor, İsrail’e sıcak mesajlar gönderiliyordu.
En mutlu çağını yaşıyordu
1997’nin başında başlayan sürecin, 1998 yılı sonuna gelindiğinde, RP’nin kapatıldığı, İmam Hatip okullarının, Kur’an Kurslarının, başörtülülerin bittiği, Fethullah Hoca’nın ise zirvelere tırmandığı yıl olacaktı. Bu iki yıl içerisinde; RP iktidardan indirilecek, kapatma davası açılacak, kesintisiz eğitimle İmam Hatiplerin önü kesilecek, Kur’an kurslarına kilit vurulacak, sarık ve cübbeli avı başlatılacak, ordudan kıyım derecesinde ihraçlar yaşanacak, RP kapatılacak, Necmettin Erbakan ve arkadaşlarına siyasi yasak geterilecek, İslamcı medyaya baskınlar yapılacak, meydanlar başörtülülerin ahıyla inleyecekti. Aynı yıllarda Fethullah Gülen ise ihtişamlı iftar yemekleri, Hilton ve Çırağan davetleri, bu davetlere devlet erkânından sanat dünyasına kadar önemli isimlerin katıldığı haberlerle gündeme gelecekti. Fethullah Gülen’e övgüler yağıyor, işadamları tarafından büyük bir şevkle yardımlar ediliyor, televizyonlar ve gazeteler eskisinden çok daha fazla yer veriyorlardı Hocaefendi’ye. Gülen ve cemaati açısından ‘En mutlu çağ’ yaşanıyordu sanki. Taa ki 1999’un ortalarına kadar…
YAHUDİ ÖRGÜTÜ ÖNCE ÇEVİK BİR’İ SONRA GÜLEN’İ ZİYARET ETTİ
28 Şubat sürecinde Gülen’in ziyaret ve ziyaretçileri dikkat çekiyordu.
Örneğin sadece 1998’in 31 Ocak’ında ‘32’nci Gün’ programında ‘Hocaefendi’ ele alındı. Hayatı, fikirleri, yaptıkları Show TV’de gösterildi… 22 Ocak’ta Alarko Holding’in iftarına katıldı… 23 Ocak’ta Papa II. Jean Paul, Ramazan bayramı nedeniyle Gülen’e bir kutlama mesajı gönderdi… 4 Şubat’ta Vatikan’a gitmeden önce Başbakan Ecevit ile görüştü… 9 Şubat’ta Vatikan’da ‘Dinlerarası diyalog’ adına Papa II. John Paul ile 30 dakika görüştü… 19 Şubat’ta Ortadoğu Barışı İçin Kiliseler Birliği’nden gelen üç kişilik heyetle görüştü… 25 Şubat’ta İsrail’den Sefarat Hahambaşı Eliyahu Bakhsi Doron ile görüştü… 7 Mart’ta semavi dinlerin önde gelenleriyle Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda bir araya geldi… 9 Mart’ta Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı’ndan gelen bir heyetle buluştu. Bu heyet Ankara’da Başbakan Mesut Yılmaz, Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Çevik Bir, Meclis Başkanı Hikmet Çetin ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile de görüşmüştü…
BEN REDDEDİNCE GÜLEN’E GİTTİLER
Nur Cemaatinin önde gelenlerinden Yeni Asya’nın sahibi, Mehmet Kutlular devletin Fethullah Gülen ve hareketini kullandığını Ruşen Çakır’a şöyle ifade ediyordu: “Derin Devlet denen şeye dayanıyor bunun ucu. 1980’den sonra devletin politikası değişti. Görevlendirilen insanlar cemaatlerin ileri gelenleriyle temas kurdular. Cemaate (Gülencilere) daha ziyade istihbarattan olanlar gitti. Bana da geldiler; ‘Yurtdışında Milli Görüş ve Süleymancılar’a karşı birlikte çalışalım’ dediler, ama ben reddettim…Devlet, ‘Atatürk’e saygılı olun biz de size yardımcı olalım’ demiştir. Bakın bazı İslami gruplara, 12 Eylül’den sonra birden palazlandılar. Acaba kendi güçleriyle mi… Hayır.” (26 Haziran 1999-Milliyet)
DERİN DEVLET MAKBUL GÖRDÜ
Fethullah Gülen’in, Said-i Nursi’yi hiç görmediği halde, Nur cemaatine kimler tarafından sokulduğu, ilkokul 3. sınıftan terk eğitimi bulunmasına rağmen bir cemaatin liderliğine nasıl yükseldiği sürekli tartışma konusu olsa da, soğuk savaş döneminde ABD destekli Komünizmle Mücadele Derneğinin Erzurum Şube kurucusu olduğu biliniyor. Prof. Ahmet İnsel şunları anlatıyor, “Fethullah Gülen milliyetçidir. Komünizmle mücadele derneklerinde yetişmiş ve siyasallaşmış bir kişidir. 1960’ların komünizmle mücadele derneklerinin bir ürünüdür Gülen. Derin devlet, kendi denetimi altında oldukça her şeyi makbul görür. Bir şey onun denetimi dışına çıktığı anda tehdit unsuru haline gelir.” (14 Ocak 2008 Taraf)
Darbeden sonra İzmir sokaklarına ‘Aranıyor’ resmi asılan Fethullah Gülen’le ilgili ilginç bir detayı 12 Eylül 1980 darbesi öncesi Adalet Bakanı olan İsmail Müftüoğlu’ndan rivayetle Tarihçi Kadir Mısıroğlu şöyle anlatıyor: “Gülen’in bazı adamları Adalet eski Bakanı İsmail Müftüoğlu’na gelerek, ‘Siz eski bir bakansınız!.. İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi hocamız için bir yakalama kararı çıkartmış, fotoğrafı aranan bir cani gibi duvara asılmış. İzmir’e kadar gidip bu meseleyi halletseniz olmaz mı?’ ricasında bulunmuşlar. O da bu maksatla İzmir’e gitmiş. Başsavcıyı ziyaret etmiş. Odasında albay rütbesinde bir misafir bulunduğundan meseleyi açmayıp havadan sudan konuşarak albayın çıkıp gitmesini beklemiş. Fakat gitmeyince, meramını açıklayınca, o albay söze karışarak;
8İsmail Bey, siz eski bakansınız bu işleri bilmeniz lazım!.. Adım Kerim Günday. Boşuna zahmet etmişsiniz. Bu yalandan alınmış bir karardır. Fethullah Efendiyi kimsenin aradığı yoktur. Yakalama kararının da ona bir zararı dokunacak değildir’ demiş. Trabzon’da bir sohbette bu vakayı anlattığımda, hazırda bulunanlar arasındaki Ahmet Yaşar Hoca: ‘Kadir Bey, sen yurtdışında iken bizim arkadaşlardan bir polis evrak imzalatmak için gittiği Tümen Komutanı’nın nezdinde Fethullah Efendiyi görmüş. O zaman inanmamıştım. Demek ki doğruymuş’ dedi.” (Kadir Mısıroğlu-Tahrif Hareketleri III-sh 329)
Gülen darbeden haberdar olmuş olacak ki, 11 Eylül’den itibaren 25 gün izne çıkmış, bu izin sürekli uzatılmış, darbeden 2 ay sonra da ‘aranıyor’ olmasına rağmen Çanakkale’ye tayin edilmişti. Yine aranıyor olmasına rağmen 1986’ya kadar bulunamamıştı(!). Oysa Gülen bu sırada okul temelleri atıyor, evinde bulunmasına rağmen, eve gelen subay tarafından ‘Evde bulunamadı’ raporları tutuluyordu. Gülen hem polis ve savcılık tarafından aranıyor, takip ediliyor, hem de resmi araçlarla taşınarak polislere ve belli gruplara ‘anayasaya evet’ başlıklı sohbetler yapması için destek veriliyordu. Gülen 12 Mart 1971 muhtırasını da ‘ehven’ görenlerdendi:“27 Mayıs sol güdümlü bir harekettir. 12 Mart da öyle olsun isteniyordu. Fakat ihtilale beş kala hadiseye el koyan Memduh Tağmaç ve arkadaşları muhtıranın macerasını birilerinin güdümünden kurtardı. 12 Mart, bir ihtilal ve darbe değildir. Hükümeti belli konularda uyaran bir ikazdır.” (Küçük Dünyam, sh.132,133)
İmam Hatip Liseleri’nin kapatılma sürecini başlatan kesintisiz 8 yıllık eğitime de destek veren Gülen, şunları söylüyordu: “8 yıllık kesintisiz eğitim zannedildiği gibi bir tehlike değildir. İsteyen ortaokuldan sonra da İmam Hatip’e gidebilir. Şu anda İmam Hatip’lerde ihtiyacın çok üzerinde bir yığılma görülmektedir. Bu ihtiyaç fazlası farklı merkezlere yönelerek rejim için tehlike arz edebilir. Rejimi korumakla görevli kurumların haklı hassasiyeti de bu yüzdendir. Cumhuriyet ve laiklik şimdiye kadar hiçbir dönemde bu denli tehlikeye girmediği için, onu korumakla görevli kesimler, haklı olarak sesini yükseltmektedir. Millî Güvenlik Kurulu bir anayasal kurumdur ve kendi İçtihatları gereği ülke ve rejim için tehdit ve tehlike gördükleri hususlarda tedbir ve teklif getirmeleri elbette sorumlulukları gereğidir ve bu içtihatları yanlış bile olsa kendilerine sevap getirir.” (Kanal D, 17 Nisan 1997)
‘Asker görevini yapıyor’
Gülen, o programda başka sözler de söylemişti:
– ‘’Birileri haksız yere laikliğe ve demokrasiye hücum ediyor.’’
-‘’Bugün Türkiye’yi idare edemeyenler, ‘Bu işi beceremedik, yüzümüze gözümüze bulaştırdık’ demeliler.’’
-‘’Askerler, bazı sivil kesimlerden daha demokrat.’’
-‘’Asker bu kararlarıyla yanlış da yapsa sevap almıştır’’
(STAR)
Mesele darbe fetvacılığını da aşarak resmen postal yalayıcılığına dönmüş. Üstelik postalla hangi çirkef ve lağıma basıldığı gözetilmeden.