MEDYAGÜNDEM- Çamlıca’da cami projesine karşı çıkan bir yazı yazan ve Yeni Şafak’ta yayınlanan Dücane Cündioğlu’na kim tepki verecek diye beklerken, esaslı bir eleştiri yine Yeni Şafak’tan geldi.
Entelektüel düzeyi ziyadesiyle yüksek bir yazı kaleme alan Kaplan, “Cündioğlu, bizi nerede/n ve ne/re/ye ‘çağırıyor’?” başlıklı yazısında, “Bu yazıda, Dücane Cündioğlu kardeşimin yazdıklarını ve söylediklerini nezih ve düzeyli bir dille tartışacağım. Eleştiriyi nimet olarak bilen biri olarak yapacağım bunu.” diyerek tavrının yapıcı olduğunu not düştü.
“Önceki zamanların büyük putları, hakikati yok ediyorlardı. Çağımızın putları ise, yalnızca hakikati yok etmekle kalmıyorlar; aynı zamanda hakikatin yok edildiği hakikatinin de yok edilmesi -ya da unutmayı unutma- ontolojik felâketinin ve helâketinin ortasına fırlatıyorlar bütün insanlığı.” ifadeleri dikkate değerdi.
Ve Cündioğlu’na yönelttiği şu çarpıcı soru:
“Dücane Cündioğlu, ne’yi, nerede/n konuşuyor, nereye ‘çağırıyor’ bizi; bir varış noktası ve kalkış noktası fikri var mı, diye sormasını isterim kendisine. İkinci olarak, tasavvuf üzerinde her türlü takdirin üzerinde mesai sarfetmesine rağmen, düşünme biçimi, kategorik, -hatta imaginasyona dayalı meselelerde bile- analitik ve kavramsal. Şeriatla tarikati ve hakikati kategorik olarak birbirinden ayırması, bu düşünme tarzının bir sonucu. Cündioğlu, sıklıkla âriften bahsetmesine rağmen tasvîrî, -yani başkalarının, yani Batı uygarlığının yapıp ettiklerini, ürünlerini- konuşuyor çoklukla; kendisi konuşmuyor; orada konuşlanıyor, ora’dan bakıyor her şeye temelde. Ora’dan bakınca göreceği şey de, göstereceği şey de yine ora’sı (yani bura’ya da hâkim olan ora’sı) değil mi? Cündioğlu, ora’dan bakmakla, ora’nın hükümranlığını ve bura’nın sürgününü daha da uzatmış olmuyor mu?”
Yusuf Kaplan, “ora” ve “bura” diyerek kavramsallaştırdığı iki ayrı perspektif üzerinden eleştirilerini ortaya koyuyor. Kaplan, “kardeşlik sorumluluğu” diyerek yaptığı itirazlardan bazıları şöyle:
“Burada esaslı bir sorun var: Sevgili Dücane’nin bir varış noktası ve bir kalkış noktası fikrinin olmaması. O yüzden buradan (modernliğin ve postmodernliğin içinden) konuşuyor ve burayı konuşuyor büyük ölçüde. O yüzden olsa gerek, İslâm medeniyetini ‘söz’ medeniyetine; Batı uygarlığını ‘göz’ medeniyetine indirgeyebiliyor. Elbette söyleyeceklerim bunlardan ibaret değil. Ama bu tartışmayı şöyle toparlayalım isterseniz: Nereden ve ne/re/ye nasıl baktığımızı, nereye gittiğimizi, insanları nereye sürüklediğimizi hatırlatmak her şeyden önce fikir namusunun -ve kardeşliğimizin- bize yüklediği bir yükümlülük.
…Öncelikle muhkem bir şekilde ‘yer’imizi belirleyelim, nerede/n konuştuğumuzu bilelim; ki, ne’yi, nereyi, nereden konuştuğumuzu, dolayısıyla ne’yi, nereyi meşrûlaştırdığımızı ve bu yersiz-yurtsuz yer’in bizi nereye sürükleyebileceğini görebilelim.
…Şunu bir kez daha söylemekte yarar görüyorum: Dücane Cündioğlu, modernliği, postmodernliği, dolayısıyla Batı uygarlığını, sanatını pek fazla tartışmasa ve dolayısıyla tartışmalı alanlardan kaçınsa da, öncü, çığır ve ufuk açıcı metinler ve en önemlisi de bir düşünme biçimi çabası ortaya koydu. Kendisini kutluyorum. Yazdıklarım, önünü kesmeye değil, aksine, kardeşâne bir dille ve düzeyli bir üslupla önünü açmaya dönük şeylerdir. Bunu söylemem bile gerekmiyor. Buraya kadar yaptığım tartışma, bunu yeterince göstermeye yetiyor sanırım.”
Kaplan’ın yazısı için TIKLAYIN
medyagundem.com