Vatan ve Milliyet’in Can’ları gitti Sırada Tezkan ve Mutlu var..
ALİ İHSAN KARAHASANOĞLU/YENİ AKİT
Vatanın Can’ı gitmişti. Can Ataklı..
Şimdi de Milliyet’in Can’ı gitti.
Can Dündar..
Dikkatinizi çekmiş olmalı.. Ne kadar çok “Can” var.. Bu medya sektöründe..
Can’lar gitti.
Sırada Milliyet’in Mehmet Tezkan’ı var..
Aslında sıradaki isim Mustafa Mutlu ama..
Kafiyeyi bozuyor o..
Onun için, Tezkan’ı çektim öne..
Diyecekler ki, “Nedir bu gazeteci düşmanlığı. Nedir bu tepeden bakmacı, alayvari ifadeler?”
Yok canım.. Kimseye tepeden baktığımız yok. Kimseye alayvari bir bakış açımız yok..
Olay çok basit..
Değil gazetecilik mesleğinde..
Sıradan bir dükkandaki, vasıfsız bir işçi için bile..
Temel kaidedir: “Yalancı”ya, hiçbir yerde iş yoktur..
Vatan’ın Can’ı..
Milliyet’in Can’ı..
Ve diğerleri..
Eleştirileri sebebi ile değil..
Yalanları sebebi ile gazeteden atıldılar..
Yalanlarını kendi sitelerinde yazsınlar..
Kışkırtmalarını, kendilerine ait internet sayfalarından yapsınlar..
Birilerinin sırtına binerek, istismar yapmasınlar..
Diyorlar ki, “Pembe gazetecilik isteniyor”…
Yine yalan söylüyorlar..
Kimsenin “pembe gazetecilik istediği” yok.
“Yalan yazılmasın”, yeter. “Halk aldatılmasın”, yeter.
Gezi olaylarının ilk gününde, “Panzer altında kalan genç hayatını kaybetti” yalanını üflerseniz.
“Ben yalan yazacağım. Ama siz bana engel olmayacaksınız” derseniz..
Kusura bakmayın, kimse buna eyvallah etmez.
Otobanı kapatan gösterici grubun içindeki bir genç, hızla gelen aracın takla atması sonrasında öldüğünde, “Başbakan emretti 5 insan öldü” diye yazarsanız..
Başbakan ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir kazayı, Başbakan’ın emri ile cinayet işlenmiş gibi takdim ederseniz..
Göstericilerin bir köprüden aşağıya attığı komiserin ölümünü, tam tersinden bir çarpıtma ile, “Başbakan istedi, öldü” diye yalanlarla aktarırsanız..
Kısacası, gerçekleri altüst ederek, bunu gazetecilik olarak yutturmaya kalkarsanız..
Hele hele, bu işi (bizim için olmasa da), laikçi kesimler için marka olmuş yayın organlarının sırtına binerek yaparsanız..
Mutlaka bir gün, birisi size “Dur bakalım..” diyecektir..
Emin Çölaşan’a denildi. Uğur Dündar’a denildi.. Hasan Cemal’e denildi. Ayşenur Arslan’a denildi. Can Ataklı’ya denildi.
Can Dündar’a da denilmeli idi.
Sonunda denildi..
Diyecekler ki: “Ama bu gazetecileri susturmak değil mi? Bu basının sansür edilmesi değil mi?”
Lütfen samimi olun beyler..
Gazetecilerin susturulduğu falan yok..
Yalan bile yazsalar, yine değişik kanallarda aynı yalanlarını tekrarlayabiliyor, iftiralarını atabiliyorlar..
Ya marjinal gazetelerde.. Marjinal televizyonlarda.. Ya da kendilerine ait internet sitelerinde..
Yapılan sadece, yalanları; birilerinin sırtından, çok daha geniş kesimlere ulaştırma ayrıcalığının kaybedilmesi..
Emin Çölaşan, Hürriyet’te yazamayınca, susturulmuş mu oluyor?
Pekala yazmaya devam ediyor işte.
Dün ne ise, bugün de aynı.
Aynı yalanları, aynı şekilde tekrarlıyor..
Ama bu sefer, patronu da aynı yalancılığa meraklı olduğu için, birbirlerini gazlayarak, yalanlara devam ediyorlar.
Can Dündar için; Milliyet yok ise, gazetecilik yok mu oluyor..
Gitsin Zilliyet’te yazsın..
Bir mahkeme kararı mı çıktı, “Can Dündar ne yazarsa yazsın, hiçbir yayın mecrasında yayınlanmayacaktır” diye..
Zilliyet’te yazar, Cumhuriyet’te yazar, Sözcü’de yazar.
Hatta benim bunlara bir önerim var..
The Times’ta Başbakan aleyhtarı ilan yayınlanınca, çok sevinmiştiler..
The Times’a destek vermişlerdi..
Şimdi davet etsinler The Times’i Türkiye’ye..
Times toplasın, “yalan yazarak gazetecilik yapmak isteyenler”i..
Malum ilandaki ifadelerle, “yalanlar”a ne kadar teşne olduğunu göstermişti..
Türkiye’de de başlasın gazete çıkartmaya..
Nuray Mert, Ece Temelkuran, Hasan Cemal, Can Ataklı, Can Dündar.. Ve daha nicelerine..
Genişçe köşeler açsa..
Henüz atılmamış olanlara da, şimdiden yerler ayrılsa.. Mehmet Tezkan’ı ile, Mustafa Mutlu’su ile.. M. Yakup Yılmaz’ı ile, Ertuğrul Özkök’ü ile…
Bu ekiple, Türk basın dünyasını sallamaz mısınız siz?
Sallarsınız sallarsınız..
Haydi bakalım, çıkarın bir gazete, görelim boyunuzu..
1.25 mi?
1.26 mı?