MEDYAGUNDEM.COM- SETA Başkanı Taha Özhan bugün Sabah gazetesinde “Perspektif” sayfasında cemaatin üslup sorununu entelektüel düzlemde tartışan bir yazı kaleme aldı.
“Bu süreçte önemli olan, çok abartılı bir şekilde darbe nitelendirmesiyle başlatılan bir sürecin, nasıl kısa sürede bütün siyasi iddiaları anlamsızlaştırdığını ve tartışmanın mecrasının nerelere kaydığını görebilmektir. Buradan bakınca, bu kötü siyasal mühendisliğin, tartışmaya ve Gülen Cemaati’ne dair yapılan ciddi ve düzeyli analizleri anlamamasına şaşırmamak lazım.” diyen Özhan, “bekçi perspektifi” ile ortaya çıkan “karanlık odalar” zeka ve ahlak düzeyini bakın nasıl eleştirdi:
BU ÜSLUP VE USULLE TARTIŞMA İMKANI YOK
Siyasallaşma sürecini çok hızlı, günlük siyaset ve istihbarat üzerinden yaşayan zihinlerin en temel sorunu, ‘siyasalın’ tabiatını anlama ve hayata dair başı sonu belli bir felsefi duruş sahibi olma noktasında ortaya çıkmaktadır. Hal bu olunca da tartışma, ‘bekçi perspektifinin’ ürettiği ‘karanlık odalar’ zekâ ve ahlak düzeyini aşamayan bir istifham dünyasına hapsolmaktadır.
Bu durum, maalesef, dershane sorununu kaset tartışmasına, devletin normalleşmesi sorununu liberal nihilist anti-siyaset düzeyine, STK’ların şeffaflaşma sorununu artık mesiyanik bir hal alan Sayıştay tartışmalarına, Türkiye’de devletin ne olması ve nasıl dönüşmesi gerektiğine dair ağır sorunu ‘Lüksemburg olmalı’ düzeyine, neo-vesayet sorunsalını siyasi partiler kanununa, ciddi bir siyasal dil inşasını medyada bol belalı ve imalı kocakarı diline, farklı analizlerdeki samimi ve rasyonel teklifleri tehdit düzeyine kaba ve bir o kadar da naif bir şekilde indirgemektedir. Bu üslup ve usul, hepsinden önemlisi de içerik sorunu devam ettikçe, samimi ve velut bir tartışma yapma ümidi bulunmamaktadır. Büyük bir fedakarlıkla, herkesin saygı duyması gereken okul hizmetleri başta olmak üzere, yıllar içinde ortaya çıkan ‘rahmetin’ bu tartışmalarda araçsallaştırılması ise çok daha üzücüdür.
SAMİMİ CEVAPLAR ŞART
Ortaya çıkan manzaraya dair temel soru şudur: geçtiğimiz haftalar boyunca yaşanan tartışmaların hiç birisi yaşanmamış olsaydı, Gülen Cemaati’nin, 21. yüzyıl Türkiye’sinde ve dünyasında, bu kadar farklı alanda varlığını sürdürerek ‘ne olmak’ istediğine dair verdiği bir cevap var mıydı? Eğer bugünlerde, özellikle Hocaefendi’nin son açıklamalarından sonra, bu suale ciddi, ikna edici ve samimi cevaplar verilebilirse, ‘sulh yoluna’ en ciddi katkı yapılmış olur. Bu sual elbette cevaplanmak zorunda da değil. Tıpkı kapitalizmin sınırsız birikim sorunsalına cevap vermek yerine düzenli krizler yaşamayı tercih etmesi gibi. Lakin İsmet Özel’den ödünç alırsak, herkes için, yani bir birey, devlet, cemaat ve benzerleri için geçerli olan uyarı şu olabilir: ‘Taşları yeme, taşları yemek yasak! İnsanın taş yemeye ihtiyacı yok diyorsun. Öyleyse şunu düşün: insanın ihtiyacı olandan fazlasını elinde tutması kendisi için taş gibidir. Sana yaramadığı halde sen de olan hem senin hem başkasının aleyhinedir.’