Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Orhangazi Ertekin, yargıdaki cemaat örgütlenmesine üç yıldır dikkat çekmeye çalıştıklarını söyledi. Ertekin son gelişmeleri de; ‘cemaatin iktidar çatışmasındaki siyasi inisiyatifi ele geçirme hamlesini olduğunu söyleyebilirim’ dedi.
Son günlerde yaşanan krizin geleceğini uzun süredir haber veren bir dernek var; Demokrat Yargı Derneği. Bu derneğe üye bir grup hakim ve savcı 3 yıldır yaptıkları açıklama, yazdıkları yazılarla yargı içinde ‘cemaat’ yapılanmasına dikkat çektiler ve hükümeti bir anlamda uyardılar. Katıldıkları programlarda hedef oldular ama yılmadılar. Son gelişmleri derneğin eşbaşkanı Orhangazi Ertekin ile konuştuk…
Operasyonla ortaya çıkan resmi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu operasyonun cemaatin iktidar çatışmasındaki siyasi inisiyatifi ele geçirme hamlesini olduğunu söyleyebilirim. Operasyonun odağına bakıldığında yolsuzluk gibi geniş bir toplumsal kesimin şikayet konusunun öne alındığını ve haklılık ve meşruiyetini sorgulamanın da çok zor olduğunu bir kenara eklemek gerekir. Tabii ki, operasyonu yapan yargı çok daha ciddi bir meşruiyet krizi yaşamıyor olsaydı! Diğer yandan ise hazırlık aşamalarına bakıldığında da uzun bir emek ve planlama ile kotarıldığı görülmekte. Bu özellikleri ile iktidar çatışmasındaki Erdoğan avantajını tersine döndürme amacına matuf olduğunu kabul etmeliyiz.
AK PARTİ’NİN YENİ SAHİ KİM OLACAK?
Mesele hükümet cemaat gerilimi midir?
Bir defa 7 Şubat krizinden 2014’deki Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar olan ve olacak olan tüm gelişmeleri iktidar çatışmasının bir tezahürü olarak okumak yerinde olur. Burada yargı operasyonları da dahil gündelik gelişmelere yön veren iki temel siyasi kaygı alanı vardır. Biri AK Parti’nin yeni sahibinin kim olacağı, ikincisi de buna bağlı olarak yeni iktidarın kim tarafından inşa edileceğidir.
Yani gelecek çatışması?
Son yaşadığımız bir haftalık süreç, daha önce 7 Şubat yargı darbesi, sonra dershaneler tartışması, bu çatışmanın giderek daha geniş alanlara yayılması ve hatta yargıya kadar sirayet etmesi vb. gibi gelişmeleri iktidar çatışmasının içine yerleştirmediğimiz sürece hem anlamlı biçimde değerlendirmemiz mümkün olmaz hem de sahte ve yüzeysel bir tartışma alanına kendimizi mahkum ederek sorunun çözümünü erteriz. En azından geldiğimiz noktada meselenin hem bir iktidar meselesi olduğunu hem de hakiki bir siyasete duyulan acil ihtiyaç ile alakalı olduğunu artık anlamalıyız.
CEMAAT BÜROKRATİK İKTİDARI İSTİYOR
Operasyon da bu mücadelenin bir parçası…
Hiç şüphesiz. Bunu tartışmak bile geldiğimiz aşamada halkın zekası ve feraseti ile alay etmek olur. Son süreçte yargı operasyonlarını bu çatışmanın içerisine yerleştirmediğimiz sürece doğru sonuçlar çıkarmamız mümkün değil.
Ya cemaat?
Cemaat ‘memurin’ ve ‘bürokratik’ bir harekettir ve eylem ve işlemlerini ‘devlet operasyonları’ olarak tezahür ettirir. Bugün yaşadığımız işte bu iki karakter yapısının karşılaşması olduğu kadar iki farklı politik program ve araçlar dünyasının karşılaşması ile alakalıdır. Erdoğan’ın meydanlara dayanan siyaseti ile cemaatin kurumlara dayanan siyaseti karşılaşmaktadır.
Geri dönülmez noktada mıyız?
Geldiğimiz noktada bu iktidar çatışması artık sıcak bir çatışma haline gelmiştir ve geri döndürülemez bir haldedir. İkinci olarak, taraflardan bir tanesi bir diğerini kriminalleştirmediği sürece bu çatışmanın içinden çıkabilmek mümkün değildir. Henüz hangisinin diğerini kriminalleştireceğini şu an bilmiyoruz. İki tarafın da kendine has hazırlıklarının olduğunu ve bu hazırlıkların yavaş yavaş devreye koyulmaya başlandığını görüyoruz.
İLK HAMLE CEMAATTEN
Yaşadıklarımız ilk hamle mi?
İlk hamleyi yargı içerisinden cemaat attı. Ve yolsuzluk üzerinden hükümeti sıkıştırmaya çalışıyor. Bu açıdan yargıyı, yargının arkasındaki siyasi güç olarak cemaati ve onun hareket tarzını iyi anlamak lazım.
Operasyonu yapan cemaat mi?
Tabii. Bundan iki yıl önceki bir yazımda Gülen Cemaati’nin siyaset ile değil iktidar ile ilgilendiğini söylemiştim. Cemaat, gerçekten de siyaset ile ve siyasetin açık alanlarında varlık göstermekle ilgilenmiyor. Bunun yerine devlet koridorlarının dar alanlarında kendi politik çıkarlarını büyütmeyi daha karlı görüyor. Daha önemlisi bu yoldaki adımlarında real politik ile en uygun ilişkiyi kuranın cemaat olduğunu da eklemek gerek. Çünkü, o, AK Parti’den CHP’ye kadar bütün grup ve partilerle yararcı bir ilişki kurmaktan hiç çekinmiyor.
HEDEF ERDOĞAN VE YAKIN ÇEVRESİDİR
Bürokrati üzerinden siyaset meşru mudur?
Tam da bu nedenle bu yapının açığa çıkarılması kaçınılmazdır. Siyasetin dışında, ama iktidarın içinde her yapı demokrasi için tehlike barınıdırmaktadır. Bu örgüt, açığa çıkarılıp çökertilmeden ne Erdoğan ne Gül ne Kılıçdaroğlu ne de Bahçeli rahat uyuyabilir.
Hedef nedir?
Hedef burada doğrudan Erdoğan ve onun yakın çevresidir. Operasyonu yapanların hareket ve hassasiyet noktalarına bakarsanız hedefi anlamak daha kolaylaşır. Bir defa doğrudan Erdoğan ve yakın çevresine yönelmektedir. Buna karşılık AK Parti ve onun tarihi özel olarak hasar görmemesi için bir kenara konulmaktadır. Bu durum Erdoğan sonrası AK Parti’nin politik kullanıma açık olması nedeniyledir. Bu çatışmada AK Parti ve kitle tabanı dışarda tutulmaktadır. Aynen AK Parti gibi onun kitle tabanını da sonraki dönemler içi korunmaya çalışılmaktadır. Bu da göstermektedir ki, bu çatışmanın ana zemini AK Parti ve onun stratejik geleceğidir.
Erdoğan’ın A planı cemaatin B planıdır
Yargıyı cemaat nasıl ele geçirdi diyorsunuz. Nasıl işliyor bu yapı?
Yargıda cemaat örgütlenmesinin ana kozasının doğrudan AK Parti’nin gücü ve hakimiyeti olduğu açıktır. Fakat, bu kozanın içinden çıkan güç her kriz anında cemaatin politik projeksiyonu ile uyumlu bir hareket sistemi geliştirmiştir. Burada ilginç olan şey şudur: Erdoğan’ın yargıdaki A planı cemaatin daima B planı olarak devreye girmiştir.
Yani…
Başka deyişle Erdoğan’ın asli kadrosu genellikle cemaatin yedek kadrosu olarak hizmet görmüştür. Erdoğan’ın ikide bir de yargıda sıkışmasının sebebi işte tam buradadır. Kendi siyasi kadrosu ve eylemince oluşturulmuş bir yapının sınırlarını aşamamakta ve her defasında yeniden başa dönmektedir.
2010 referandumundan sonra oluşan HSYK çok tartışılıyor. HSYK cemaatin elinde mi?
HSYK’nın cemaatin elinde olup olmadığına dair tartışma artık eski ve ilkel bir tartışmadır ve ciddiyetten yoksundur. Geçmişte de cemaatin HSYK’yı ele geçirdiği bir ‘bilgi sorunu’ değil bir ‘cesaret sorunu’ idi. Dolayısıyla sadece cesaret yoluyla söyleyebileceğiniz bir gerçekti. Yoksa zaten cemaatin sadece HSYK’da değil bütün bir yargı alanında egemen olduğunun bilgisi genel olarak herkeste vardı. Bu tür durumlarda yani Orwel’in deyişiyle ‘yalanın evrensel egemenliğinin hüküm sürdüğü dönemlerde’ sadece doğruyu söylemeniz, bilgiyi tekrar etmenin yeterince devrimci bir eylemdi. Biz de bunu geçmişte yaptık. Geldiğimiz nokta da daha çok kişinin cesaret sahibi olması bizim için sevindirici.
TÜRKİYE’DE YARGI YOK
Yargı nasıl bağımsız olur?
Önce şunu bir kez daha ilan edelim. Türkiye’de bir yargı yoktur. Geçmişte olmamıştır. Bugün de yoktur. Türkiye’de olan şey bir siyasal aktördür. Ve bir siyasal aktör olmanın kaçınılmaz sonucu olarak bazı şeyleri kendi çıkarına ifşa ederken, diğer bazı şeyleri-örneğin iktidar ve güç ilişkilerini de- saklar ve kendi siyasi çıkarlarını geliştirmenin aracına dönüştürür. Bu nedenle de Türkiye, derhal bir yargı inşasına başlamadığı taktirde, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da temel sorunlarının çözümlerini ertelemeye devam edecek demektir. İktidar çatışmasının bel altına indiği bu aşamadan sonra çözüm yargı için kapsamlı bir ittifak ve uzlaşma şarttır. Aksi taktirde, her hükümetin başına vurup istediğini yaptıracak bir yargı iktidarı olacak ve hiç kimse gerçekten iktidar olamayacaktır.
Ne yapılmalı?
Erdoğan’in derhal yargıyı hem kurumsal olarak gerçekten inşa etmenin peşine düşmesi ve diğer tüm partilerle uzlaşma geliştirmesi gerekir hem de Ergenekon, Balyoz, KCK vb. gibi büyük davaların yeni baştan değerlendirileceği bir alan açması şarttır. Çünkü bu yargı sadece Erdoğan’ı değil diğer davalarla ülkenin neredeyse tümünü sıkıştırmıştır. Bu hesaplaşmanın oralara kadar yansıması da şarttır. Bir daha başa dönmememiz için de kapsamlı bir uzlaşma gerekli ve zaruridir.
Kriz 2014’te biter
Operasyon yürütülmesi konusunda üstelerine bilgi vermeme gibi hukuki ihmal var mı?
Bir defa yargı operasyon yapmaz. Savcının görevlerinden birisi de soruşturma yapmak kadar soruşturma sürecindeki tüm tarafların mahremiyet haklarını korumak ve yargıya uygun bir zarafet geliştirmektir. Bir yargıyı yargı yapan şey de zaten faaliyetlerini ‘barbar baskınları’ olmaktan çıkartmak ve şüphelileri popüler linç gibi geleneksel cezalandırma eğilimlerinden saklamaktır. Bu yönden savcılar faaliyetlerinde özerktirler ve idari olarak onlara yön verilemez. Bu çerçevede bakıldığında bu soruşturmanın bir operasyon olarak formüle edilmesi ve daha önceden çok iyi bildiğimiz bir medya işbirliği ile birbiriyle eşgüdümlü bir baskın üzerinden örgütlenmesi yargı estetiği açısından çok ciddi bir tehlikedir.
İhmal var mı?
Bu cumhuriyet savcılığını, yargı organlarını polislik mesleğinin reflekslerine taşımanın bir tezahürüdür. Bu yargıya da doğrudan zarar verir. Bunu eğer bir soruşturma varsa ki olduğu görülüyor bu soruşturmanın popüler bir linç alanına taşınmadan gerçekleştirilmesi gerekir. Diğer yandan ceza hukuku araçlarının politik takvime uygun olarak, belirli bir politik gündem içinde geliştirilmemesi gerekir. Diğer yandan emniyet görevlileri bakımından devlette belli bir idari hiyerarşi var. Ve bu hiyerarşi aşılarak bir işlem yapılması memuriyet sınırlarını geliştirilmeye çalışılıyorsa ve o hiyerarşinin dışında bir faaliyet geliştiriliyorsa mutlaka belirlenmiş sınırların dışına çıktığınız anlamına gelir.
Hükümetin emniyet ve yargıya yapılan hamleleri doğru mu?
Hükümetin emniyet ve yargıdaki bu kaçıncı hamlesidir artık saymıyorum. Fakat, geldiğimiz aşamada artık çok bellidir ki Erdoğan’ın politik liderliğini besleyebilecek bir entelektüel kadrosu olmadığı gibi bu liderliği devlet alanının daha alt zeminlerine taşıyacak bir program ve kadrosu da yok. Bundan dolayı da sürekli hamleler yapılıyor ve sonra bir kez daha yapılıyor. Eğer stratejisini değiştirmezse sonra da tekrar yapmak zorunda kalacak
Bu gerilim ne zaman biter?
2014 Temmuz’u bu açıdan çok kritik bir tarihtir. Çünkü bu dönem itibarıyla bu iktidar çatışması bitmiş olacak. Ve yerine yeni bir iktidar kurulacak. Yani 2007’den itibaren kısmen kurulan ve 2010’dan itibaren kesin olarak inşa edilen AK Parti ve cemaatten oluşan yeni iktidar koalisyonu 2012’den itibaren çatlamaya başladı, 2013’de tam anlamıyla bir savaş ve mücadele alanına dönüştü, 2014’te de yıkılacak ve yerine muzaffer olanın kuracağı yeni bir ittifak yoluyla yeniden inşa edilecek.
Üç yıldır uyarıyoruz
Demokrat Yargı olarak yargıda cemaat yapılanmasına sık sık dikkat çektiniz. Bu gerilimi bekliyor muydunuz?
Biz bu konudaki şahitliklerimizi 3 yıldır bütün kamuoyu ile paylaştık. Bütün kamuoyu ile paylaştık. Yargının oldukça dar bir politik çıkar grubu tarafından ele geçirildiğini, hatta hükümetin de tehlike altında olduğunu söylemekten dilimizde tüy bitti. Fakat, hem politikacıların hem de entelektüellerin politik vizyonlarının sığlık ve yüzeyselliğğine çarptık. Biz dernek tecrübemizi neredeyse bu iktidar çatışmasını takip ederek kurmuş olduk. 2010’un Ekim ayından itibaren bu çatışmayı beklediğimizi ilan ettik. 2011 yılının Haziran ayından itibaren çatışmanın yakın olduğunu söyledik.
Neden dikkate alınmadı?
Bizim yaptığımız uyarıdan da öteydi. Adeta herkesin başına vurduk. Ama maalesef onlar akılla değil tecrübe ile anladılar. Ama maalesef bu kötü bir öğrenme yöntemidir. Bir defa, şunu bilelim, Türkiye’de yargı, iktidar kurucu bir unsur haline gelmiştir. Siyasal operasyonlar yargı tarafından yapıldığı gibi siyasal alanın sınırını çizen ana karargah da yargı olmuştur. Geçmişteki ordunun yerine yargı gelmiştir. Ordunun bir siyasal sınıf haline gelmesi nasıl bir sorun idiyse yargının bir siyasal sınıf haline gelmesi de aynı şekilde sorundur. Bir yargı örgütü olarak yargının içinde olmak bu iktidar kurucu hareketleri daha doğrudan ve kolay takip etmeyi sağlamıştır. Bizim erken teşhislerimizin önemli nedenlerinden bir tanesi budur. Diğer yandan yargının 2-3 yıldır hükümet tarafından ele geçirildiğini söyleyenlere bunun tam tersi olduğunu, hükümet ve Erdoğan’ın yargı içerisindeki gücünün ve yönlendirme kabiliyetinin çok sınırlı olduğunu söyledik. Asıl gücün cemaat olduğunu, bütün stratejik noktaları da cemaatin belirlediğini söyledik. Bu çerçevede söylediğimiz herşey yerli yerine oturmaya başlamıştır. (YENİ ŞAFAK)