Nurettin Veren ve cemaat
Cemaatin ya da hizmetin temelleri KESTANE Pazarı’nda atıldı. İzmirli olduğum için iyi bilirim. Şehrin en iyi fırınları ve manavları oradaydı. Rahmetli babamla gider, sık sık alışveriş yapardık.
Filenin ipleri elimi keserdi ama yine de inadımdan babamdan yardım istemezdim. Ancak kimsenin oturmadığı yıkılmaya yüz tutmuş CİNLİ Köşkü’n önünden geçerken işler değişirdi.
Korkumdan babamın ceketinin altına girer TEHLİKE geçinceye kadar başımı çıkarmazdım. Köşkün CİNLİ olup olmadığını da bilmezdim üstelik.
İşte o dönemde İzmir’e tayini çıkan Fethullah Gülen kısa zamanda kendini sevdirmisti. İsmi yayılmaya başlamıştı. Özellikle okuyamayan çocuklar için gösterdiği fedakarlık dilden dile dolaşıyordu. Henüz 16 yaşında olan Nurettin Veren de bir cuma namazı Hocaefendi’nin yanına gelmiş ve etkilenmişti.Zaman zaman babasından izinsiz geldiği ve saatlerce kaldığı oluyordu. Ama şanslıydı!
Hocaefendi’nin etrafında oluşan çekirdek kadroda yer alacaktı. Ataktı, inatçıydı ve en önemlisi stratejik akıla sahipti. Geleceği düşünerek hareket ediyordu.
Abdullah Aymaz, İsmail Büyükçelebi, İlhan İşbilen, Ali Candan, Halil İbrahim Uçar, Mehmet Kadan, Kemalettin Özdemir, İsa Saraç, Necdet Başaran ve Zafer Ayvaz gibi isimlerle yola çıkmıştı.
Cemaat büyüdükçe etkisini artırdı.
Hocaefendi’nin sağ kolu gibi oldu. Geleceğe dair planlar yapıyor bunları da en ince ayrıntısına kadar grupla paylaşıyordu. Okullaşma sürecini bütün olumsuz ısrarlara rağmen başlattı. Gerekli izinleri aldı.
Dönüşümün startını verdi. Özal’la başlayan olumlu rüzgarı iyi kullanıp, cemaati Kestane Pazarı’nın dışına çıkardı.
Her oluşumda olduğu gibi DEVLETLE bu kadar sağlıklı ilişki kurması, şimşekleri üzerine çekmesine neden oldu. Hareketin temelinde olan isimler, “Neden sen hep öndesin?”, “Devletle nasıl bu kadar rahat iş tutuyorsun?” diye tepkilerini açıkça gösterdiler…
Akıllıydı.
Yumuşadı. Diğer arkadaşlarını da önemli görüşmelere götürmeye başladı. Hiçbir işi tek başına yapmıyordu artık. Çok özel ilişkileri vardı ama yine de dikkat çekmemek için özel çaba harcıyordu. İşlerin tıkandığı noktada uzatılan gizli bir eli tutup her şeyi yoluna koyuyordu. Ve kimse bu gücün ne olduğunu çözemiyordu. O ilerledikçe peşinden gelen KUŞKU gölgesi her geçen gün büyüyordu. Buna rağmen İşbilen ile birlikte Hocaefendi’nin en yakınında olmayı başarıyordu.
İçerideki çekişmelerle geçen yıllar hizmeti 28 Şubat dalgasına kadar getirmişti.
Devletin çirkin yüzü ortaya çıkmış cemaat de ne yapacağını şaşırmıştı.
Bu korkuyu çok iyi okuyan VEREN, bazı istihbaratçılarla olan ilişkisini Hocaefendi’yi PANİĞE sürüklemek için kullandı. Korku dağları yarattı…
Ticari bir takside İlhan İşbilen’i de yanına alarak Hocaefendi’yi 56 gün dolaştırdı. Veren’e göre asker peşlerindeydi.Görüldükleri yerde alınacaklardı. Tek şansları İstanbul’un en ücra köşelerine gidip ortadan kaybolmaktı…
Taksi yolu olmayan semtlerde dolaşırken Veren, aldığı istihbaratları abartarak aktarıyordu. Nabzı o tutuyordu. Hem Hocaefendi’nin korkusunu artırıyor hem de temel kadrodaki arkadaşlarla ilişkiyi koparıyordu.
Böylece 28 Şubat’ın arkasındaki gücün Asya Finans’taki paralara el koyması için zemin hazırlıyordu. “1” no’lu hesap Gülen’indi.. O ikna olursa gerisi çorap söküğü gibi gelirdi.
Bunun için Amerika seyahati düzenlendi. Hocaefendi kaçarak canını kurtaracak PARALAR da cebe indirilecekti…
Ama Hocaefendi akıllı davrandı.
ABD’ye gitmeyi kabul etti. Ancak Asya Finans’ta imza yetkisi olanları da beraberinde götürdü.
Bu noktadan sonra Veren’in bilerek ya da bilmeyerek içinde olduğu oyun bozuldu. 21 bankanın içi boşaltılırken milletin parası millette kaldı. Bundan sonra ipler koptu.
Veren dışlandı. Araya adam koyup barışmak istedi. Aradaki buzları eritmek için çok uğraştı.
Kalkıp ABD’ye gitti.
Ama olmadı. Hizmet artık ona güvenmiyordu. 16 yaşında girdiği camia kendisini istemiyordu. Nurettin Veren kalıbıSOSYOLOJİK terminolojide yerini alıyordu…
Veren, 28 Şubat’ta sızan kasetlerin kendisinin organize etmediğini bir türlü ispat edemiyordu. Bağlantılarını ortaya koyamıyordu. Temel atılırken başlayan şüphe, yıllar sonra acı bir finalle bitiyordu.
Barışı sağlayamayan Veren de kitaplarla, söyleşilerle cemaatin üzerine geliyordu. Bire bin katarak anlatıyordu. Zarar vermek için elinden geleni ardına koymuyordu…
Sonuç alamayınca İşçi Partisi’nin saflarında kendisine yer buluyordu.
Tıpkı 1948’de kontrgerilla eğitimi için ABD’ye giden 16 subaydan biri olan Suphi Karaman gibi…
Yani Türkeş’in silah arkadaşı Karaman’ı anlamak ne kadar zorsa, Veren’i de anlamak o kadar zordu…
Çünkü Veren de Kestane Pazarı’na geldiğinde gencecik bir delikanlı iken, komünizmle mücadele için can atıyordu!
Ama hayat onu da savurmuştu!
Ya da önündeki perdenin inmesini sağlamıştı.
7 Şubat MİT-POLiS krizine de böyle bakmak gerekir. Cemaat denilen gönüllü bir oluşum sonuçta.
Temiz kağıdı isteyen yok!
* Acaba Nurettin Veren örneğinde olduğu gibi cemaate sızıp CIA ile iş tutan birileri olabilir mi?
* Bunları kontrol eden bir mekanizma var mı?
* Savcıları da yanıltan bir operasyon mı yapıldı?
* Bütün planı Yaşlı Kurt mu yaptı?
Kısıklı ile Altunizade’nin yakınlaşması için özeleştiri şart. Bir takım soruların cevabı verilmeden buzların erimesi kolay değil….
Yeni bir sayfa açılması için bence, Başbakan Erdoğan’dan adım atmasını beklemek hayal… Çünkü kendisine yapılan bir saldırı orta yerde duruyor…
Cemaatin akil adamları bir araya gelip Erdoğan’ın güvenini kazanmalı…
Nasıl milletvekilliği istenmeye gidildiyse yine o kapı çalınmalı…
Akıl bunu söylüyor…
Zaman kaybetmek herkese zarar verir. Ama en çok cemaate…
ERGÜN DİLER/TAKVİM