Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM’de yemin eden 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a görevini devretti. Abdullah Gül devir törenindeki konuşmasında anlattığı anı duygusal anların yaşanmasına neden oldu.
1.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrunnisa Gül ile ilk kez halk tarafından seçilen 12.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan Köşk’te devir-teslim için bir araya geldi.
DUYGU DOLU ANLAR
Gül’ün, törende yaptığı konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a görevini teslim etmekten büyük mutluluk duyduğunu belirtirken “Kardeşim” diye hitap etmesi de dikkat çekti.
ERDOĞAN DA GÜL’E “DAVA ARKADAŞIM” DEDİ
Abdullah Gül’ün hemen ardından söz alan Recep Tayyip Erdoğan da Abdullah Gül için “dava arkadaşım” diye üzerine basa basa söyledi. Erdoğan’ın Gül’e “Dava arkadaşım, kardeşim” dediği sırada Hayrünnisa Gül yüzünü Abdullah Gül’e çevirdi, o sırada salonda duygu dolu anlar yaşandı.
ABDULLAH GÜL’E ŞEREF MADALYASI
12. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e Devlet şeref madalyası takdim etti.
Gül’ün konuşmalarının satır başları;
“7 yıl boyunca üstlenmiş olduğum görevi Sayın Cumhurbaşkanıma devrediyorum. Benim için gerçekten mutluluk kaynağı oldu. Bizi onurlandıran yabancı misafirlerimize hoşgeldiniz diyorum. Özellikle aramızda bulunan değerli Cumhurbaşkanlarımızı tekrar selamlıyorum.
KARDEŞİM ERDOĞAN’A İNANCIM TAMDIR
Sayın Cumhurbaşkanı değerli kardeşim Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye’nin bu yolda daha ileri yollar kat edeceğine inancım tamdır. Tıpkı 10 yıl önce Başbakanlık görevimi devrettiğim gibi.
SİZİ BİR KERE DAHA TEBRİK EDİYORUM
Sayın Cumhurbaşkanlığı liderliğinde Türkiyemizin her zamankinden daha güçlü olmasına katkı sağlayacağına inanıyor.
ERDOĞAN: 2 BİN YILLIK TÜRK TARİHİNDE BİR İLK
Türkiye Cumhuriyeti’nin 11’nci cumhurbaşkanı, çok değerli Abdullah Gül kardeşim. Saygıdeğer devlet başkanları, cumhurbaşkanları, meclis başkanları ve başbakanlar. Çok değerli bakanlar, yurt içinden ve yurt dışından bu anlamlı törene gelen saygı değer misafirler. Türkiye Cumhuriyeti’nin aziz vatandaşları, hanımefendiler beyefendiler sizleri en kalbi duygularımla selamlıyor, bu heyecanımızı paylaşan tüm misafirlerimize, dost ve kardeş ülkelerden gelen devlet başkanı, emir, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve parlamenterlere hoş geldiniz diyorum.
Ve bizi şereflendirdiniz diyorum.
Türkiye cumhuriyetinin 12’nci cumhurbaşkanı olarak göreve başladığım bu ilk saatlerde, aziz milletime sonsuz şükranlarımı sunuyorum. 91 yıllık cumhuriyet tarihimizde, hatta diyebilirim ki 2 bin yıllık türk tarihinde, ilk kez devletin başındaki isim, milletimizin sandık başına gidip tercih yapmasıyla, yani doğrudan doğruya kendi tercihiyle bir cumhurbaşkanı belirlenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 12’nci cumhurbaşkanı olmanın mutluluğunu hissettiğim bu ilk saatlerde, halkın oylarıyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olmanın da iftiharını yaşadığımı ifade etmek istiyorum. Sorumluluğumun çok daha fazla artığının bilinci içerisindeyim. Gerek 2007’deki anayasa değişikliğine yüzde 69 ile evet diyen, 10 Ağustos’ta yüzde 52’yle oy vererek şahsıma bu tevdi eden milletime teşekkür ediyor, emanetlerine sımsıkı sahip çıkacağımı vurgulamak istiyorum.
“SAYIN GÜL’ÜN BİLGİ VE TECRÜBESİNDEN İFADE ETMEK ARZUSUNDA OLDUĞUMU BELİRTMEK İSTERİM”
Türkiye Cumhuriyeti’nin 11’nci Cumhurbaşkanına, Değerli dava arkadaşıma, yedi yıldır başarıyla yürüttüğü bu kutlu vazifeden dolayı, şahsım ailem ülkem ve milletim adına özellikle şükranlarımı sunuyorum. Şahsım başbakan olarak, sayın gül de cumhurbaşkanı olarak yedi yıl boyunca uyum ve koordinasyon içinde Türkiye’ye çok büyük hizmetler ve eserler kazandırdık. Yol arkadaşları olarak kendilerinin de ifade ettiği gibi 40 yılı mütecaviz bir süre, kolay değil. Birlikte olmanın sorumluluğu içerisinde geldiğimiz bu nokta eserlerle, bunu taçlandırmanın geldiği bir noktadır. İşte Türkiye’ye çok büyük hizmetler ve eserler bu anlayış içinde kazandırıldı. Çok uzun bir yürüyüşteki yol arkadaşları olarak, Sayın Abdullah Gül’ün bilgi ve tecrübesinden ifade etmek arzusunda olduğumu belirtmek isterim. Bundan sonraki çalışmalarında da ailece mutluluk ve başarılar diliyorum.
Demokrasinin insan hak ve özgürlüklerinin yükseltilmesi için çok büyük reformlar gerçekleştirdik. Her bir reform, yeni bir reformun kapılarını bizlere araladı. Yaptığımız her bir değişiklik, daha büyük değişimlerin yolunu açtı. Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesi, aslında bir dönemin kapatılması meselesidir.
“BUGÜNDEN İTİBAREN, KAMPLAŞMA VE KUTUPLAŞMAYA FIRSAT VERMEDEN…”
Bugün kapanan dönem eski Türkiye dönemidir. Kapıları ardına kadar açılan yeni dönem ise cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki öz ve ruhu taşıyan yeni Türkiye, büyük Türkiye dönemidir. Eski Türkiye’de çeteler vardı, vesayet vardı, siyasetin üzerinde engeller tehditler vardı. Eski Türkiye’de istikrarsızlık şüphe ve tereddüt vardı. Adım adım gerçekleştirdiğimiz her bir reformla bu sorunları hamdolsun geride bıraktık. En son cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle milli iradenin zaferini de dünyaya böylece ilan etmiş olduk. Bugünden itibaren, kamplaşma ve kutuplaşmaya fırsat vermeden, cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümü olan 2023 hedeflerine
Seçilmiş cumhurbaşkanı ve seçilmiş hükümet, el ele vererek ekonomiyi daha hızlı şekilde büyüteceklerdir. Toplumsal refah artırılacak, farklılıkları birer zenginlik olarak görmek suretiyle kardeşçe buluşmalar sağlanacaktır. AB’ye yürüyüşü daha kararlı şekilde devam edecektir. Demokratik reformlarımız hız kesmeyecek, çözüm süreci olmak üzere 77 milyonun birliği ve bütünlüğü daha güçlü şekilde tesis edilecektir.
Türkiye’nin dış politikasında ana eksen barış dayanışma ve refahtır. Türkiye’nin hiçbir ülkenin topraklarına, iç işlerinde asla gözü yoktur. Planı projesi yoktur. Başta komşularımızla, yeryüzünün her karışında barışın ve refahın egemen olmasını arzuluyor, dış politikamızı da bu şekilde şekillendiriyoruz. Zulmün karşısında durmayı ana eksenimiz olarak görüyoruz.
“BİR MİLYON İKİ YÜZ BİN İNSANA KUCAK AÇMAMIZIN SEBEBİ EN ÖNCE ONLARIN İNSAN OLMASIDIR”
Filistin davasına çok güçlü şekilde sahip çıkmamızın nedeni ölenlerin insan olmasıdır. Suriye meselesinde bir milyon iki yüz bin insana kucak açmamızın sebebi en önce onların insan olmasıdır. Şu anda 200 bini aşkın insanın öldürülmüş olduğu Suriye’ye sessiz kalamayız, kalamazdık. Bunu insani ve vicdanı bir sorun olarak addediyor, siyasetin sorumluluğu noktasında da siyasetin merkezine özellikle oturtuyoruz. Bizim için etnik kökenlerden, dillerden, derilerinin renklerinden, petrolden altından elmastan öte insan vardır, can vardır.
Bize dost olan her ülkeyle dostluğumuzu yüceltmenin mücadelesi içinde oluruz. İnsana düşman olanı da uyarmak da bizim insanlık vazifemizdir. Kimse bunu içişlerine müdahale olarak kabul etmesin. Bize yada kendi halkına düşman olanı uyarmak her insanın görevidir diye düşünüyorum. Dış politikamız daha aktif ve etkili biçimde devam edecektir.
Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923 tarihinde kurulmuş, aynı gün TBMM Gazi Mustafa Kemal’i ilk cumhurbaşkanı olarak seçmişti. Gazi Mustafa Kemal seçilmesinin hemen ardında Meclis’te yaptığı konuşmasını şu ifadelerle tamamlamıştı “Milletin teveccühünü daima dayanak noktası sayarak hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır”
Gazi’nin bu sözleri o zaman uzun uzun alkışlanmıştı. Dönemin Yozgat milletvekili Avni Bey, genel kurulda bir dua yapılsın önerisinde bulunmuş ve Karamürsel mebusu Kamil bey tarafından bir dua yapılmıştı. Evet ilk cumhurbaşkanımızın, Gazi Mustafa Kemal’in de ifade ettiği gibi milletin teveccühü her zaman dayanak noktamız olacaktır.
Misafirlerimize katıldıkları için özellikle tekrar tekrar teşekkür ediyor, aziz milletime de şükranlarımı sunuyorum. Tabi 11’nci cumhurbaşkanımızla, hani bizim bir şarkımız var “beraber yürüdük biz bu yollarda” biz bu yollarda yağmur demeden kar kış demeden beraber yürüdük. İnşallah yeni Türkiye’nin inşası yolunda yeniden inşallah beraber yürüyeceğiz.
Allah yolumuzu açık etsin. Allah yar ve yardımcımız olsun. Allah utandırmasın diyor, hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.
Bugüne kadar Hayrunisa için bizde dahil birçok şey yazıldı çizildi, amaaa, bir blogta gördüğüm kadar güzel bir yazı yazıldığını hiç görmedim. O yazı maskelerin bir gün düştüğünde gerçek yüzleri nasıl tarif ettiğini görüp, yaşayacağız. O yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.
Hayrünnisa Sultan
Muhteşem Yüzyıl dizisi Türkiye’de tarihe olan ilgiyi artırdı. Dizinin bir iki bölümünden fazlasını izlediğimi söyleyemem ama gerek medyada gerek sosyal medyada yapılan yorumlar sebebiyle izlemiş kadar oldum ben de. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hafta içi verdiği son resepsiyonun en çok tartışılan konusu olan Hayrünnisa Gül’ün acayip çıkışlarını okuduğumda gözümün önünde dizinin meşhur Hürrem Sultan karakteri canlanıverdi. Hürrem Sultan’ın gerçekte nasıl bir karakter olduğu ayrı bir konu tabi… Bahsettiğim dizideki Hürrrem ve onunla ilgili yazılıp çizilenler. Sarayda var olabilmek için canını dişine takmış biri… Kendisini istemeyen sistemle mücadele etmek için çıktığı yolda saray sistemini benimsemiş, sistemin baş uygulayıcılarından biri olmuş bir dışarıdan gelen… Taht savaşları, saray entrikaları ve oyunlarla dolu bir ömür geçiren, yetki ve hakkının olmadığı pek çok konuda sınırları zorlayan bir kadın karakter… Nasıl da benziyordu Hürrem karakteri Hayrünnisa Hanım’a… Başı örtülü diye kendisini üniversitelerine dahi istemeyen, Çankaya Köşkü’nde varlığının teklif dahi edilmesinden rahatsız olan, bunu engellemek için Genelkurmay’da toplantılar düzenleyen, Cumhuriyet Mitingleriyle, Anıtkabir’e çıkmalarla elinden geleni ardına koyan sistemin, geçen zaman içinde bir parçası olan ‘first lady’e… Bugüne kadar kendisi ve köşkteki tavırlarıyla ilgili olan dedikodular ve yorumlar sadece birer iddiadan ibaretken, Hayrünnisa Gül, Çankaya Köşkü’nden ayrılmak üzereyken söyledikleri ve söyleme şekliyle neredeyse hepsinin doğru olabileceğinin işaretini vermiş oldu. Derlerdi ki hep, Hayrünnisa Gül, Abdullah Gül’ün danışmanlarına bile karışır. Onun istemediği kimse çalışamaz. Derlerdi ki hep, istemediği bir gelişme yaşandığında bunu aksine çevirmek için her şeyi göze alır. Derlerdi ki hep Abdullah Gül’ü sık sık zor durumda bırakır. Derlerdi ki hep, köşkü boyatır, beğenmez bir daha boyatır, beğenmez bir daha boyatır. Duyardım da inanmazdım. O yüzden Zaman Gazetesi’nin ana sayfasında “Bu süreçte bazı yaşadıklarımızı, 28 Şubat döneminde benim başörtümün tartışıldığı günlerde bile bu kadarını görmedik.” açıklamalarını gördüğümde gözlerime inanamadım. Kendileri köşke yerleştikten sonra, sanki başörtüsünden dolayı okuyamayan, çalışamayan başörtülü kadınların sorunları bir kalemde hallolmuş gibi ya da 28 Şubat’ı bir tek kendisi yaşamış gibi, başörtüsü mağduriyetlerini bu denli hafife alarak, kişisel konulara meze yaparak konuşmasına inanamadım. “Şimdi ben de susuyorum; ama fazla susmayacağım; asıl intifadayı ben başlatacağım.” ifadesinin, nasıl bir kalkışma niyetinde olduğunu düşündürmesi bir kenara, “intifada”yı bu kadar küçümsemesine inanamadım. Keşke Gazze’de yüzlerce insanın öldüğü, Gazze’nin soykırımla karşı karşıya kaldığı günlerde mazlum bir halkın önemli sembollerinden birini bu kadar kolay harcamasaydı da, Çankaya Köşkü’nden ayrılma vaktinin, kendisinde Nakba günü gibi bir sürgün, bir felaket duygusu oluşturduğunu çaktırmasaydı Hayrünnisa Hanım. “Daha bugün 7 tablo astım; eğer buraya (Köşk) zarar verecek davranışları olursa karşılarında beni bulurlar.” demeseydi de, Çankaya Köşkü’nün sembolü olduğu eski Türkiye’yi, onun taşlarını, onun duvarlarını, bir zamanlar 28 Şubat’ın planlandığı o odaları, bir zamanlar onun başörtüsünün tartışıldığı o koltukları o denli sevdiğini, onlara bu denli bağlandığını bilmeseydik onun. Gezi Olayları sırasında memleket yerinden oynarken köşkün bahçesinde ev dekorasyonu dergileriyle, neredeyse Marie Antoinette’le yarışan, yol arkadaşları darbe tehdidi ile karşı karşıyayken onları son bir yılda olabilecek en kötü şekilde yalnız bırakanların, bugün yalnız bırakılmaktan söz etmeden önce bir durup düşünmesini, sonrası susmasını beklerdik. Eski sistemin avlamaya çalıştıklarının sistemi bu kadar içselleştirdiğini, bu kadar benimsediğini görmeyi beklemezdik. Yeni bir sistem, adil bir düzen kuracakken sistemin çarkları arasında kaybolmaktan bu kadar memnun olabileceklerini düşünemezdik. Ne kadar uzun süre saklarsan sakla, demek ki erken olmasa bile geç, er ya da geç, dökülüyormuş ortaya her şey… “Tabi,” diyor insan, “Abdullah Gül elbette saklar gazeteleri, kapatır televizyonları…” Kapatmasa köşkün duvarları arasında nasıl kıyametler kopar Allah bilir… Ama tabi… Her şey daha şaşalı, daha havalı, atlı, katlı, yatlı, tahtlı bir köşk için… Darısı İstanbul’daki villanın duvarlarının, o duvarların tablolarının başına… –
See more at: http://mervesebnem.com/post/95619284212/hayrunnisa-sultan#sthash.N1wVmNbi.hnLsIovJ.dpuf
bağımsızlık mı adamcılık mı sorusunun cevabı lidersizlik olamaz…Erdoğan merkezden ve kanatlardan yarma hareketini gerçekleştiren tek lider konumuna yükseldi…gerçekten eski türkiye sona erdi….