Sabah gazetesi yazarı Haşmet Babaoğlu’nun bugün köşesinde yer verdiği yakın tarihten bir anekdot, Adnan Menderes ile Recep Tayyip Erdoğan’a reva görülenlerin de aynı olduğunu gösterdi.
Bugün yaşadıklarımızla dün Menderes’in yaşadıkları arasındaki benzerlik manidar.
İşte Babaoğlu’nun yazısı:
NE ACIDIR Kİ BU ÜLKEDE HALA 27 MAYIS ÖZLEMİYLE YANIP TUTUŞANLAR VAR
Çocukluğum ve yeni yetmeliğim Taksim’in orta yerine dikilmiş süngüye hayretle bakmakla geçmişti.
Anıt diyorlardı; “27 Mayıs Süngü Anıtı.”
Darbenin üzerinden 54 yıl geçti ve o süngünün açtığı demokrasi yarası hâlâ kapanmadı; yarattığı hukuk utancı hâlâ unutulmadı.
Ve ne acıdır ki, bu ülkede hâlâ 27 Mayıs özlemiyle yanıp tutuşanlar; 1960 Mayıs’ını prova etmeye kalkışanlar var.
O yüzden işte…
Bugünlerde kaynatılan kazanları anlamak için ara sıra geriye dönüp o günlere de bakmak gerek.
Mesela…
Adnan Menderes‘in iktidarının son dönemlerinde iki kez evine davet edip dertleştiği Şevket Süreyya Aydemir’e söyledikleri nasıl da düşündürücüdür!
“Şeytan taşlamaktan hacı olmaya vakit kalmadı… Biz Türkiye’nin bütün müesseselerinde büyük patlamalar yaparak geliştirmeye çalışıyoruz.
İsmet Paşa’nın eli ise benim eteğimde! Çünkü böyle bir Türkiye’nin ortaya çıkması akıllarına sığmıyor. ‘Biz yapmadık, onlar da yapmasın’ diyorlar. Ajitasyon halinde tutuyorlar ülkeyi. Yabancılara gidip ‘Demokrat Parti’ye para vermeyin’ diyorlar. Namusun, ahlakın, faziletin, şeref ve haysiyetin bir kenara konulup karşındakine böyle saldırıldığı bir dönem Türk milletinin bütün tarihinde başına gelmemiştir. Neden hırçınlar? Milletin aforoz etmesine karşın biz kendilerini ciddi bir muhalefet partisi olarak benimsediğimiz için mi?”
Bir de Menderes’in darbeye birkaç gün kala Bergama’da yaptığı konuşmaya bakmayı öneririm.
Hani İzmir’den başlayarak halkın Menderes’i şehirden şehire; kasabadan kasabaya omuzlarında taşıdığı Ege gezisinin Bergama durağında “aylardır içlerinde sönmeyen cehennemler varmışçasına kendilerini sokaklara atmış karışıklık çıkartanlar” hakkında şu söylediklerine…
“Bunlara söylememiz lazım gelir ki, Türkiye’nin kaderi Ankara’nın 2 km’lik bulvarı, İstanbul’un 4 km’lik caddeleri arasında halledilemez. Onlara iyice öğretmek lazımdır ki, Türkiye’nin kaderi yalnız sizlerin, yani milletin elindedir.”