MEDYAGUNDEM.COM- Radikal gazetesinin blog sayfalarında Mücahit Özdoğan’ın Taraf yazarı Emre Uslu çarpıcı bir analizi yayınlandı.
İşte o yazı:
(…)
Emre Uslu’nun ‘derdi
Mücahit Özdoğan
Türkiye son günlerde “Çözüm süreci, Gezi Parkı eylemleri ve Suriye’deki iç savaş” konularıyla beraber kritik bir dönemden geçiyor. Bu konuların, Türkiye’nin ilerdeki siyasal ve toplumsal olaylarını, gelişmeleri ve algıları etkileyeceği aşikâr. Bu nedenle bu konular ele alınırken, fay hareketlerini derinleştirmeyen; ülke içerisinde yaşayan her vatandaşı ilgilendiren bir konu olarak ülke menfaatini zedelemeyen, çevresinde yaşanan yeni siyaset dizaynları ve ani iktidar değişikliklerini göz önüne alarak ülkeyi istikrarsızlaştırmamaya yönelik söylemlerde bulunmak, yazılar yazmak şu an ülkemiz açısından son derece önemlidir. Tabi ki televizyonlardaki tartışma programlarında ve köşe yazılarında üsluba da fazlasıyla dikkat edilmeli. Çünkü biz, çabuk etkilenen bir toplumuz. Toplumumuz böyleyken herkesin ilgiyle takip ettiği gazeteci ve yorumcular da bunu dikkate almalı ve sağduyulu olmalılar.
Bu yazıda özellikle üstünde durmak istediğim isim; Emru Uslu. Kendisi Taraf Gazetesi, euslu.com ve Today’s Zaman’da yazılar yayınlıyor. Geçmişi ve bilgi kaynakları ile ilgili geniş bir tafsilatı Cevdet Akbay’ın kendisi hakkında yazdığı yazılarda bulabilirsiniz. Hakkında pek çok soru işaretleri mevcut. Bazı neo-con vakıfları ve kişileriyle olan ilişkileri incelenmeye değer. Çift meslekli gazeteci mi yoksa sadece belli kişilerden bilgi ve destek alan biri midir bilmiyorum. Bildiğim şey, Uslu’nun bu tarz iddiaları kabul etmediği/etmeyeceği. Öte yandan Uslu farkında mı bilmiyorum ama kendisinde müthiş bir megolamanlık belirtileri var. Hangi olay olursa olsun “daha önceden demiştim, önceki yazımda bunu vurgulamıştım” demesi ayrıca bazı medya organlarının da Uslu’yu “Her şeyi önceden bilen adam” diye önümüze sunmaya çalışması bir “Parlatma Operasyonu”nu açıkça bize gösteriyor. Bu operasyonun nihai amacı onu belli kurumlar için hazırlamak gibi duruyor. Aynı zamanda belli parametreleri ve argümanları olan eleştirileri karşılama yöntemi var. Onu eleştirdiğimiz noktada bazı cümleleri ve iddiaları köşesine veya Twitter’a taşıyarak “Bakın ben her görüşü yayınlıyorum” imajı vermeye çalışıyor ve onun hakkındaki şüpheleri yazan insanların iddialarını çürütmek yerine küçümseme yoluna başvuruyor.
Yazımda daha çok kendisinin 2010 sonrası tavrını ele alacağım. Uslu’nun 3 ana başlıktaki görüşlerini inceleyeceğim.
1-) MİT’le ilgili suçlamaları
1a-)Öncelikle şunu söyleyelim; MİT, en nihayetinde çalışanı olan, üst makamlara bağlı bir kurumdur. Eleştirilmesi, eksiklerinin söylenmesi gayet doğaldır. Ancak sanki bir siyasi kurum gibi onun karşısında da adeta muhalif bir parti pozisyonu edasıyla geçip kurumu yıpratmaya çalışmak, her olayda MİT’i suçlayacak bir taraf aramak, bu suçlayacak taraf yoksa bile insanlarda “Hayır burada MİT suçlu” algısı oluşturmaya çalışmak tarafsız olması gereken bir gazeteciye yakışmıyor. Gerçi ülkemizde tarafsızlık aramak samanlıkta iğne aramak gibi.
1b-)Hakan Fidan’ın İran’cı olduğu İran’la işbirliği yaptığı iddiaları
Eminim ki bu iddia size hiç yabancı gelmemiştir. Aynı İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın, Fidan ilk göreve geldiğinde İran’cı olduğuyla suçlaması gibi. Şimdi önemli bir nokta, Uslu gibi MİT’i her olayda suçlayan kesim Hakan Fidan’ı İsrail’le danışıklı dövüş yapmakla suçluyorlardı. Peki kendileri şu an neden İsrail’in Fidan’ı suçladığı argümanla ve yöntemle onu suçlamaya çalışıyorlar? Bu bir çelişki değil midir? Uslu diyor ki: “Fidan 2010 yılında MİT’in başına geldikten sonra İran ile ortak operasyonlar yapıp PKK’yı bitireceğini anlattı hep.” Merak ediyorum, Uslu bunu nasıl öğrendi? Acaba Hakan Fidan, Uslu’ya mı anlattı bunları? Ya da Fidan’ı suçlayacak bir taraf bulamayıp İsrail argümanıyla basit çıkarımlar yapıp sığ bir şekilde “İran’cı “ diye yaftalanmaya çalışmasından mı ibaret? İsrail iddialarına bu kadar çok güvenmesi geçmişi ve bağlı olduğu Neo-con menşeli kurumlara bakarsak gayet normal. Ayrıca bölgedeki her gelişmede İran’a dikkat çekmesi de dikkatlerden kaçmıyor. İran suçlu olabilir, faaliyet yürütebilir ve bunlar da yazılabilir tamam ama neden ısrarla İran. Bir İsrail’e aynı tepki neden yok? Sonra da Fidan’ı “İsrail’le danışıklı dövüş yapıyor” diye suçluyorsunuz.
1c-) MİT’in Suriye konusunda yanıldığını düşünüyor. MİT, Başbakan’a “Esed en kısa zamanda gidecek” demiş. Bunda da yanılmış. Bu bilgi verilmemiş olsa bile Başbakan ne yapacaktı? Masum sivilleri öldüren bir Esed varken “Az daha bekleyelim, tavır koymayalım” mı diyecekti? Bunu beklemek, sadece Uslu’ya değil, vicdan sahibi hiçbir insana yakışmaz. Yazılarına baktığımız zaman onun isteği Başbakan’ın Esed’e hemen tavır almamasıymış. Acaba Emre Uslu, Suriye’de ölenlere değer veriyor mu? Bu konuda hükümet çok eleştiriliyor fakat ilerde Orta Doğu halkları Türkiye’nin bu tavrını hatırla yad edecekler.
1d-) Reyhanlı saldırısında MİT’in Emniyet’e 15 gün önce haber verdiği her yerde söylenmişken Uslu hâlâ MİT’in zafiyet içerisinde olduğunu ispatlama çabasında. Kendi görüşünü ispatlamak adına bunu bile inkar ediyor. “Hayır MİT bilgi paylaşmadı” ana görüşü çerçevesinde yazılar da yazdı. Kendisini bu tarz doğru haberleri görmeyecek kadar belli bir iddiaya endekslemesi büyük zaafını oluşturuyor. Patlamada istihbarat olmasına rağmen gerekli önlem almayan, sonrasında gelişen provokatif olayları da engelleyemeyen Emniyet’i neden göremiyor Sayın Uslu? Ben Uslu gibi sürekli Emniyet ya da MİT eleştirilsin demiyorum, hak edeni eleştirsin/eleştirelim. Belli amaçlarla belli bir kurumu yıpratmaya çalışmayalım. Gerçi bu, Uslu’nun pek de umrunda değil.
1e-) MİT ile ilgili iddialarında o kadar ileri gidiyor ki, “PKK’nın her eyleminden MİT sorumludur” gibi çocuğa bile yakışmayacak, uçuk kaçık bir sözü de var. Tüm haberleri MİT’e karşı (özellikle de Hakan Fidan’a) evirmeye çalışmak bu günlerde en önemli uğraş alanlarından biri. MİT içerisindeki elemanların yanlış hareketleri, topyekün bir kuruma ve kişiye mâledilmemelidir.
1f-) Daha önceki “Gelişen bir Türkiye için gelişen bir MİT zaruridir” yazımda da bahsettiğim gibi bölgesel bir güç olmak istiyorsak, istihbarat kuruluşumuz da büyütülmeli ve geliştirilmelidir. Amerika’da, İngiltere’de veya Almanya’da “CIA, NSA, MI-5, MI-6, BND güçleniyor, eyvah bittik kül olduk” diye haber çıktığını, yazılar yazıldığını gördünüz mü hiç? Peki bizim ülkemizde bundan neden rahatsız olunuyor? Bu rahatsızlığın açıklamasını yapmak cidden çok zor. Öfke bu kadar kontrolsüz olmamalı.
2-) Çözüm sürecinde yaşananlar
2a-) 30 yıldır devam eden bir çatışma ortamının ardından tüm riskler göze alınarak ve son derece iyi niyetli bir şekilde çözüm sürecine başlanıldığını görüyoruz. Süreç, şu an itibariyle yavaş ilerlese de bu cesurca adımı takdir etmemek elde değil. Bu sürecin hatasız ve pürüzsüz şekilde devam edeceğini beklemek son derece güç. Sonuçta herkes iyi niyetli değil, her iki tarafta da barış ortamını istemeyen gruplar ve ayrıyeten Avrupa, İran, Suriye ve İsrail gibi dış etmenler de var. Süreci bunlardan bağımsız düşünmek de çok güç.
2b-) Emre Uslu anladığımız kadarıyla PKK’nın hiçbir görüşme ortamı vb. etmenler yokken daha masaya oturmadan çekileceğini sanıyor. “Önce siz bir çekilin sonra isteklerinize bakarız” sözüne örgütün uyacağı fikrine nasıl kapıldı merak ediyorum açıkçası. Aslında bu yorumu yapmak çok kolaydır. Gazeteciler ve yorumcular sonuçta olayları izliyorlar ve ona göre yorum yapıyorlar. Örgütü sınırdan dışarı çıkartan veya adım atan onlar değil. Duruma göre yapmayı herkes becerebilir. Çekilmenin hemen yavaşladığını görüp, “Hükümeti eleştirecek bir yer buldum hemen saldırmalıyım” mantığıyla yazmak ya da olumlu gelişmelerin olduğunu görüp “Bakın ben size demedim mi?” mantığıyla yazmak kolaydır.
2c-) Bu kadar önemli bir sorunun, yıllarca devam etmiş, derin yaralara sebep olmuş bir sorunun anında bitmesini beklemek doğru değil. Elbette sancılı görüntüler olacaktır. Sonuçta PKK’da kendi tabanını kaybetmekten korkuyor ve “Çekiliyoruz ama..” diyerek tabanını rahatlatma gayretinde. “Şehit! Mezarlığı”, “Asayiş kuvvetleri” gibi psikolojik argümanlarla “Güçlüyüz” imajı vermeye çalışmaları, süreç sonrası konjoktürü düşündüklerini gösteriyor. Sonuçta Kürtler arasında Türkiye ve hükümet ne yaparsa yapsın, hangi iyileştirmeyi devreye sokarsa soksun, Türkiye’den kopmak isteyen bir grup var ve bunu herkes biliyor. Bu tarz insanların uç eylemleri sürece muhaliflikte temel nokta olmamalı. O görüntülerden herkes gibi ben de rahatsızım ancak hemen “Süreç bitti, süreç başarıszdı, en başından söylemedim mi ben size” gibi kötü niyetli mantıkla yazılar yazmak sürecin sekteye uğramasının altındaki gizli sevinç ya da isteği değil de nedir? Uslu’nun yazı altmetni ve bilinçaltı bunu gösteriyor ne yazık ki.
2d-) Uslu bir yazısında, “İki taraf da toplumsal ayrıştırmayı daha da derinleştirecek bir milliyetçi kutuplaşma siyaseti izleyecekler” diyor. Merak ediyorum oyların %50’sini almış hangi parti toplumun ayrışmasını ister. Hele de terör meselesinde. AK Parti milliyetçi taban üzerine kurulmuş bir parti değil(onlardan oy olması bunu değiştirmez), parti ayrışmayı neden istesin? Ayrıca ayrışma isteyen bir parti çözüm sürecini başlatmaz, çatışmayı ve şiddeti artırır. Süreç başladığındaki Türkiye’nin doğusuyla, batısıyla sürece umut bağlaması ayrışmayı doğurmaz. Zaten sürecin nihai hedeflerinden biri de bu kopukluğu olabildiği kadar azaltmaktır. Bu iddiasına örneği de; Milli iradeye saygı mitinginde Öcalan’a “terörist başı” demesi. Başbakan Gezi Parkı eylemlerindeki yanlışlığa ve kendine Atatürk’çü diyen insanların kimlerle ortak eylem yaptığını göstermek için Öcalan posterlerini mitingdeki insanlara aktarıyor ve bu tabiri kullanıyor. Ne diyecekti peki? Orada “Öcalan” deseydi bu sefer de “Bakın Erdoğan, Öcalan’a ne kadar da çok değer veriyor, işte süreç bunun üzerine kurulu, sürece sakın ha güvenmeyin” mi diyecekti Emre uslu merak ediyorum.
2e-) Her şeyi yorumlayıp, yazıp sonuç olarak da, Özel Yetkili Mahkemelere ve devlet memuru olan bir İstihbarat müdürünün görevden alınmasına bağlaması da onun analiz sığlığından kaynaklanıyor. Çünkü onun yazdığı tüm yazılar, belli bir ana fikirle beraber birilerini sorumlu tutmak üzerine. Eleştireceği en ufak noktada “Çölde develer susuz kalırsa bundan Beşir Atalay, Fidan ve MİT sorumludur” düzlemine gelmesi yazılarını anlamamızda bize çok yardımcı oluyor.
2f-) Ben, Emre Uslu “ama” demesin demiyorum. Sadece bazı noktalarda onun iyi niyeti hakkında kuşkularım var. Yazılarındaki alt metni bazı yazarlar fark ettiği için “ ’ama’ desem eleştiriyorlar” diyor. Bu okumanın yapılmasından rahatsız. Bu açıklarını ya kendisi fark etmiyor ya da eleştiriyi karşılama yöntemi başta da söylediğim gibi kendisine yöneltilen eleştirileri yazarak sulandırmaya çalışmak olduğu için bu tarz eleştirileri garip geliyor ona. Kimsenin de “AK Parti’yi ve PKK’yı koşulsuz destekle” gibi bir dayatmacası yok. Bunu söyleyerek halk nezdinde Ak Parti, PKK’ya itibar kazandırıyor demek istiyor gibi.
2g-) Peki süreçten rahatsızlığını afaki bir şekilde her yazısında dile getirirken PKK mantalitesini analiz diye önümüze sunmasını ne yapacağız. O mantalite: Tüm Kürtler’in PKK’ya destek verdiğidir. Kürt deyince aklına sadece Hakkari’nin dağında yaşayan insanlar mı geliyor Uslu’nun aklına ya da ona göre Kürt sadece reaksiyoner olan mıdır? Bu birlikte olan Kürt-PKK görüşü çerçevesinde süreçle beraber ayrışmanın hızlanacağını düşünüyor. Kesinlikle katılmıyorum. Zaten görüşü Türkiye’de yaşayan Kürtler ve PKK’yı aynı kefeye koymasından en baştan yanlış temelde. Süreç, Türkiye bazlı düşünürsek ayrışmayı tetikleyen değil, bütünleştirici olacaktır. Türkiye’de yaşamak isteyen herkes bunun bilincinde.
2h-) Hiç kimse PKK’ya tam güvenceyle bu süreci desteklemiyor. Ne hükümet ne de normal vatandaş. Fakat Uslu, sadece kendisinin örgüte güvenmediğini sanıyor . Herkesin aklında şüphe var. “Ya başarısız olunursa” duygusu herkeste mevcut. PKK gibi daha önceki kanlı eylemleri sabit olan bir örgüte güvenmek çılgınlıktan farksızdır. Burda önemli olan nokta çatışmasızlığa duyulan özlemdir. Uslu’nun bunu bilmesi gerekir. Yani tüm yazılarını “PKK’ya güvenmiyorum” eksenine oturtması ekstra bir analiz değildir.
3-) Gezi Parkı eylemleri
3a-) Emre Uslu’ya göre ucu darbe çağrılarına bile varan, araştırdıkça altında ne gibi oyunların oynandığı daha net ortaya çıkan Gezi Parkı eylemlerinin büyümesini hükümet istemiş. Evet yanlış duymadınız. Suriye ve Reyhanlı konularından oluşan gündem değişeceği için ilk günlerde ortaya çıkan manzaraya müdahele etmemiş hükümet. İlk manzaradan kastı nedir bilmiyorum ama hep konuşulan zaten ilk müdahele olmasa eylemin bu kadar büyümeyeceği değil miydi? Daha sonrasını kastediyorsa da, İstanbul’da Başbakanlık ofisini ve Kızılay’da Başbakanlık’ı basmaya çalışanlara karşı olan müdahaleler ve sonrasındaki olaylar müdahale değil miydi? Müdahaleden kasıt nedir burada? Bence Uslu yine, ana fikrini desteklemek adına kötü bir çıkarımda bulunmuş. Bu olayların büyümesini ve yayılmasını en son isteyecek kişi Başbakan’dır. “Hükümet gündem değiştirdi” ana fikri çerçevesinde bulduğu argüman da; hükümet ilk başta müdahale etmemiş.
NOT: Today’s Zaman’ın Gezi Parkı eylemlerindeki tavrını daha iyi anlamak için “Today’s Zaman’ın Gezi Parkı tutumu ve yeni siyaset tasarımı” başlıkla yazıma bakmanızı tavsiye ederim.
3b-) Polisin sert müdahalesi dediğimiz şey, bir polisin bile yapabileceği harekettir. Gereksiz yere 1-2 tane daha fazla gaz atması, “Bakın polis çok sert müdahale ediyor” söylemlerinin çıkmasına bile yol açabilir. Peki “Polis’in aşırı müdahalesi olabilir, soruşturuyoruz” demek, halkı polisle karşı karşıya getirmek midir? Bu kadar mikro bir olaydan çok zorlama bir şekilde makro sonuç çıkarıyor. Söylediklerimden “polis günah keçisidir” gibi bir şey de anlaşılmasın. Polisler’in de ne kadar zor şartlar altında çalıştıklarını görüyoruz.
3c-) Today’s Zaman gazetesinin Gezi Parkı eylemindeki tutumunu daha önce anlatmıştım. Gazetenin Dünya’ya, Erdoğan’ı “diktatörleşme hevesli” diye lanse etmesinde Uslu’nun da payı büyük. Zaten kendisi Neo-con’larla sıkı fıkı olduğu için Morton Abramowitz’in görüşleri çerçevesinde Today’s Zaman’da da aynı minvalde yazıları çıkması pek şaşırtıcı değil. Today’s Zaman’daki yazılarında Başbakan hakkında “dindar, tekbenci, güvenilmez” gibi ifadeleri yazması öte yandan da Taraf’ta Başbakan’ı tek parti zihniyetiyle suçlaması birbirini tamamlıyor.