Oteldeki Paşa!
Yaklaşık 3 hafta önceydi.
Gazetenin hemen yanıbaşındaki otelin CAFE‘sinde oturmuş bir şeyler içiyorduk. Nasıl olduysa söz bir anda 28 ŞUBAT OPERASYONLARINA geldi. Masada bulunan üç dostum “Bu kadar yeter” derken, ben ısrarla “devam edeceğini ve etmesini gerektiğini” söylüyordum.
Türkiye’nin altını üstüne getiren bir operasyonun ÇEVİK BİR‘le sınırlı kalmasını ADİL bulmuyordum.
Dönemin komuta katının olmadığı bir soruşturmanın çok eksik olacağını ileri sürüyordum. Kendi aramızda hararetli bir şekilde tartışırken Teoman Koman birkaç merdiveni otelin genel müdürünün desteğiyle çıkıyordu.
Tanımakta zorlandım.
Yaşlanmıştı. Ağır ağır hareket ediyordu. Sağlığı da çok iyi değildi. Dünün kudretli PAŞASI kısık sesle konuşup, titreyen elindeki fincanı düşürmemek için çırpınıyordu…
Oysa ne SUSURLUK’ta, ne Ergenekon’da ne de Veli Küçük ismi gündeme geldiğinde çıkıp bir şeyler söylemişti.
İfadesine başvurmak isteyen araştırma komisyonlarına cevap bile vermemişti!
Koman Paşa diğer askerlerden farklıydı. 29 Ağustos 1988’den, 27 Ağustos 1992’ye kadar MİT’i idare etmişti!
Özal’ın hiç istememesine rağmen o koltuğa oturmuştu!
Belli ki Özal’ı da aşan güçler vardı…
Rahmetli Özal, Hiram Abas’a çok güvenmiş onunla yola devam etmek istemişti. Devletin gerçek yüzünü öğrendiği ABAS‘tan başka kimseye yanaşmıyordu!
Efsane MİT’çi; Bekaa’da ülkücüyü, solcuyu, PKK‘yı ve ASALA‘yı görmüştü! Oyunun içinde oyun olduğunu fark etmişti. Kuklalar ve kuklacıyla yüzyüze gelmişti. Elinin altındaki bütün dosyaları Özal’a taşıdı. Kemal Yamak’ın da desteğiyle devletin içinde MİLLİ kanat yeşertildi.
Ancak bu ittifakı tehlikeli gören güçler önce Hiram Abas’ı daha sonra onunla paslaşan Uğur Mumcu gibi MİLLİ güçleri bir bir ortadan kaldırdı.
Sansasyonel faili meçhuller de o dönem başladı.
Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun ve MİT’çi Ferdi Tamer kirli hesaplara kurban gitti.
ABD’nin Ortadoğu’da başlattığı İSLAM KARŞITI rüzgar Türkiye’de de kendini gösteriyordu.
SADDAM, Kuveyt’e girip, perde arkasındaki sahibi ABD’ye bölgeye çökmesi için YER AÇARKEN, içeride LAİK AYDINLAR, “gericiler!” tarafından ortadan kaldırılıyordu!
Uzun süre devam eden cinayetler NEDENSE hep faili meçhul kalıyordu. Ülkenin yetiştirdiği aydınlar toprağa düşerken, suikastleri ne bir gören ne de duyan oluyordu!
Polisin, savcının, hakimin elinden bir şey gelmiyordu.
Doğu’da PKK terörü azarken, her gün şehit cenazeleri kalkarken bütün ülke ağlıyordu. 7 düvelin yardım ettiği PKK, Irak’ta palazlandıkça palazlanıyordu.
Yıllar, acı ve gözyaşıyla böyle akıp gitti…
Tarih 2003’ü gösterirken LEGAL OLARAK Irak’ı işgal etmek isteyen ABD, Türkiye’den geçiş izni istedi. 1944’ten beri Türkiye’nin yüreğine çökmüş olan ABD, ilk kez “hayır” cevabıyla karşılaştı. Kimyaları bozuldu.
Birkaç ay sonra Cumhuriyet tarihinin en önemli olayı gerçekleşti.
Amerikan askerleri Süleymaniye’deki Türk askerlerinin başına çuval geçirdi!
Hatırlamak istemediğimiz bu olay YENİ TÜRKİYE‘nin temelini attı.
Çuvaldan sonra Ankara’da bir araya gelen üç-beş gözü kara adam elini taşın altına soktu. Ülkenin kaderini değiştirmek için ölüme meydan okudu.
Çünkü yakın tarihimiz göstermişti ki “Gizli patrona hayır” diyen yaşamıyordu.
Menderes gibi, Özal gibi, Nihat Erim gibi…
Ama yılmadılar… Kaybettikleri arkadaşlarının anısına asıldılar.
O sırada ERGENEKON’u deşifre eden mektuplar elden ele dolaşıyordu. Ya kendi göbeğimizi kendimiz kesecek ya da esaret sürüp gidecekti!
Ordu kendi içinde kendini güvene aldıktan sonra ATAĞA geçti. Dışarı çalışan istihbaratçı, asker, gazeteci, işadamı, sporcu yani kim varsa ARŞİVLENDİ.
Günü geldiğinde hesabı görülmek üzere…
Devlet, her geçen gün ağırlıklarından kurtuluyordu.
Dalgalar üst üste geliyordu. Hayal gibi görünen olaylar artık tek sütun habere dönüşüyordu.
Darbelerden önce Washington’ı kendilerine mesken tutanlar, şimdi kaygı içindeydi…
En az asker kadar suçlu olduklarını biliyorlardı!
Kum saati hızla ve sabırla akmaya devam ediyordu.
Şimdi KARAKUTU Teoman Paşa’nın konuşmasından korkuyorlardı!
Hala paçayı kurtaracaklarını sanarak!
Hoş konuşmasa da yol alınacak. Arkadan neyin geleceğini tahmin etmek hiç zor değil…
Tam yazın yediğin hurmalar misali… Üzgünüz!…
* * *
DİNÇ BİLGİN VE SELAHATTİN BEY
İzmirli gazeteci patron İstanbul’a gelmek istiyordu. Makine parkurunun tamamlanması için çok az bir paraya ihtiyacı vardı.
Davos’ta Özal’la görüşen bir işadamı yeni MEDYA için izin alırken, ortaya birden BİLGİN çıkıyordu. Başbakan’ın izin verdiği isim geride kalırken, Beyazıt’ın “OLUR” dediği İzmirli Dinç Bilgin ilerliyordu! Hem izni hem parayı ondan almıştı çünkü!..
Demek ki Başbakan’ın üzerinde bazı isimler vardı ülkede… Belki de gücü bilmediğimiz bir yerden alıyorlardı!
Hoş Dinç Bey daha sonra onların sözünden çıkınca batmıştı ama yine de çok mesafe almıştı!
ERGÜN DİLER/TAKVİM