Davutoğlu, Ersanlı, El Beşir ve Esad
Önce şunu söylemeliyim. Yeni Şafak okurlarına bir özür borcum var. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’yla Paris dönüşünde yapılan sohbette Büşra Ersanlı konusu gündeme gelmişti. Ancak sohbetin bu kısmı “yazılmama kaydı” altına alınmıştı.
Meğer seyahat sonrası bu “kayıt” kaldırılmış…
Ancak bana bilgi verilmediği (ya da ulaşmadığı) için Milliyet ve Star’da çıkan Büşra Ersanlı haberi Yeni Şafak’ta çıkmamış oldu.
Ersanlı, öğretim üyeleri, hukuksuzluk
Ersanlı ve Davutoğlu’nun yolu bir dönem üniversite koridorlarında kesişmişti. Davutoğlu’nun Marmara Üniversite’sine başvurusuna, Kemalist ekip tepki gösterip, itiraz ederken, ona en büyük desteği veren isimlerden birisi Büşra Ersanlı olmuştu. Başka bir üniversitede kurucusu olduğu bölüme ilk desteğe, ders vermeye giden yine Büşra olmuştu…
Dolayısıyla Davutoğlu’nun Ersanlı meselesindeki tutumu, neler hissettiği, neler yaptığı hem bir politik duruş, hem bir vefa sorunuydu.
Not olarak şunları düşelim:
Davutoğlu’nun kanaati açık, Ersanlı’nın suçlu olabileceğini hiç bir şekilde düşünmüyor, tüm iddianameyi ve eklerini dikkatle okuduğunu, sorunun soruşturma ve davanın hukuki ve demokratik eksiklerden kaynaklandığını ifade ediyor. Bu konudaki düşüncelerini Adalet Bakanı ve Başbakan’a aktardığını da ekliyor.
Dahası var…
KCK davasında ve benzeri davalarda ölçünün kaçtığının farkında olan pek çok bakanın olduğunu, bakanlar kurulunda bu istikamette yoğun tartışmaların yapıldığını anlıyoruz, sözlerinden…
Şunu da ekleyelim, bakan satır arasında, bu köşede de “Bizi de mi tutuklayacaktınız” başlığı altında yer alan bir konunun, gözaltına alınacağı iddia edilen bazı öğretim üyeleri meselesinin kulağına geldiğini ve bu konuda da fikrini yüksek sesle beyan ettiğini ima ediyor…
Bunlar AK Parti içinde, hatta hükümet içinde homojen bir yapının olmadığını, kimi adli gereklilikler ile uygulama hataları arasında gidiş gelişler yaşandığını gösteriyor.
Sudan ve Suriye: Çelişkiler
Davutoğlu’yla dönüş yolunda yapılan görüşmenin en önemli kısmı, gidiş yolunda kısa geçilen, ancak dış politikanın hem iç tutarlılığı hem demokrasi, insan hakları, adalet ve özgürlük iddiaları açısından belirleyici ciddi bir önem arzeden Sudan konusunda oldu.
Mesele El Beşir…
Sudan’da darbeyle iş başına gelmiş Ömer El Beşir, yeni değil, ta 2009’dan bu yana Savaş Suçları Mahkemesi’nce Darfur’daki felaketin bir numaralı suçlusu olarak kabul ediliyor. 200 kişinin ölümünden, 3 milyon insanın evlerini terketmesinden sorumlu tutuluyor.
Ne var ki, dış politikada adalet, özgürlük ve insan hakları kavramlarını kendisine pusula ettiğini söyleyen Türkiye’nin El Beşir’le ilişkileri gayet iyi…
Beşir Türkiye’ye geliyor, Türkiye’den destek buluyor.
Nitekim Davutoğlu’nun Suriye hakkında söyledikleri yayınlanınca okurlardan tepki ve sorular gelmişti.
O sorulardan birisi şöyledi:
“Suriye konusunda bakan özgürlük, adalet, insan haklarından söz ediyor, ilkeden söz ediliyor. Sudan lideri El Beşir, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında soykırım faili olması hasebiyle tutuklama kararı çıkardığı bir lider ve Türkiye’nin koruması altında… Bu nasıl tutarlılıktır…”
Tümüyle meşru, haklı ve yerinde bir soru…
Davutoğlu’na sorduk…
İşte cevabı:
“Bazen iki ilkenin çatıştığı durumlar olur. İçimizde çatışma yaşadığımız anlar olur. Bu, ‘arabuluculuk yapma gerekliliği’ ile ‘orada yaşananlara tepki verme’ arasındaki çelişkidir. Geçtiğimiz 8 ay boyunca Suriye’ye gittiğimde de ‘niye gidiyorsun’ diye eleştirenler oldu. Libya’da bir dönem aynı durum Kaddafi’yle de oldu. Şimdi de Sudan’da benzer bir durum var. Biz sorunların çözülmesi için Sudan’la ilişki kuruyoruz. ‘Acaba böyle yaparak bir çözüm bulabilir miyiz’ sorusundan hareket ediyoruz.
Sudan’la ilgili iki sorun var. Darfur ve Güney Sudan. İki tarafla da ilişkilerimiz var. İki nedenle var. Acaba bir çözüm olur mu? Acaba sorun yaşayanlara yardımımız olur mu? Örneğin Darfur’un tek ilişkisi bizim üzerimizden oldu. Yardımları, sağlık hizmetlerini, Kızılay’ı ulaştırdık. Güney Sudan biliyorsunuz, Hıristiyan taraf. Onlar Ankara’ya geldi, Beşir’le aramızı ancak siz bulursunuz, siz arabulucu olursunuz diye bizden yardım istediler. Açıkçası Suriye’de hala bir umut olsaydı oraya da gitmeye devam ederdim, teması sürdürürdük.
200.000’nin katline biz de tepki verdik.
Sudan politikamız Beşir’i ve Beşir’in Darfur tutumunu destekleme politikası değildir. Biz 2005’te Darfur’a gittik ve neler yaptık ona bakın, Güney Sudan’da da öyle. Benim oraya gitmem suç mudur, yanlış mıdır? Hayır. Umut varsa gideriz.
Suriye farklı…
Suriye zulmü bizim üzerimizden meşrulaştırmaya kalktı, buna itiraz ettik. Başbakan ziyaretinde Beşir’in yüzüne söyledi, “Müslüman zulüm yapmaz” diye… Darfur’a ulaşmamız, yardım sağlayabilmemiz Beşir’le ilişkimiz üzerinden oldu.
Beşir’in İstanbul’da katıldığı toplantı Afrika Birliği’nin toplantısıydı. Biz onlara karışamayız, şu gelsin, bu gelmesin diyemeyiz. Örneğin şu anda İsrail’le ilişkilerimiz kesik. İstanbul’daki Karadeniz İş Birliği Toplantısı’na gözlemci olarak katıldı İsrail, aksi girişimde bulunmadık.
Bir kişi yüzünden o ülkeyi yok mu sayacağız, kaynakları Batılılara mı bırakacağız?
“Vicdanınız rahat mı”, diye sorunca Davutoğlu şu yanıtı veriyor:
“Bizim üzerimizden insani yardımlar ulaştığı için rahat… Güney Sudan bile bizi çağırıyor arabuluculuk için, bu açıdan içimiz rahat…
Bakana bir başka soruyu ilettik, bir okur haklı olarak şunları söylüyordu, gönderdiği mesajda:
“Davutoğlu’na sorsaydınız keşke, Esad ile can ciğer kuzu sarması iken kendisi ve partisi, Suriye’de iskencehanelerin sayısı daha mı azdı?”
Yanıt şu oldu:
“Bir ülkede kötü uygulama elbet olur, kötü muamele olan yere gitmezseniz, hiç bir ülkeye gidemezsiniz… Biz de 12 Eylül böyle bir durum değil miydi? Kötü uygulama ile sistematik olarak sivil halkı işkenceye tabi tutmak başka bir şeydir. Dün ile bugün arasındaki fark budur. İş kötü muameleden çıktı ve bir insanlık suçu haline döndü. Eskiden şiddet sokaktaki insana ulaşmıyordu, şimdi Halep’e giremiyorsunuz. Humus’ta Kocaeli depremi görüntüleriyle karşılaşıyorsunuz…”
Evet, tablo, bakanın tutum ve açıklamaları böyle…
Sudan kritik konu…
Siz bilmem bu konuda ikna oldunuz mu?
Ben olmadım, hiç bir şekilde olmadım.
Evet diplomasi çıkar ilke kadar önemlidir ve diplomasi bir tür çelişkilerle yaşamayı, onları yönetmeyi gerektirir.
Ancak bunun da sınırları var…
İnsanlık suçu işleyen, 200.000 kişiyi katleden, soykırımcı olarak tanımlanan bir liderin elini sıkmak bile züldür…
Yapılması gereken, ahlaki ve siyasi yaptırımları devreye sokmaktır…
Umarız Davutoğlu’nun söyleşi içindeki kritik cümlesi, “Bir kişi yüzünden kaynakları Batılılara mı bırakacağız” cümlesi değildir, asli politikayı oluşturan…
ALİ BAYRAMOĞLU/YENİ ŞAFAK