Başbakan’ın siyasi Başdanışmanı Doç. Dr. Yalçın Akdoğan’a göre, var olan sistem sorun çözemediği gibi bir çok sorunun da kaynağı durumunda. Akdoğan, “Bugünkü sistemden Tayyip Erdoğan’ı veya AK Parti’yi çıkarırsanız, geriye işlemeyen bir sistem kalır” diyor
AK Parti Ankara Milletvekili, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan Uludere, terörle mücadele, başkanlık sistemi gibi gündemdeki konuları VATAN’a değerlendirdi. Akdoğan sorularımızı şöyle yanıtladı:
Başkanlık sisteminin gündeme geldiğini belirterek, “ihtiyaç olabilir” dediniz. Nasıl bir ihtiyaçtan söz ediyorsunuz?
Bir konu on yıllardır sürekli gündeme geliyorsa, bir ihtiyaç var demektir. Özal’lı ANAP güçlü bir iktidardı ama o dönemde bile kronik sorunların çözülmesi için daha etkin yönetim arayışı vardı. Özal’dan sonra sistem, istikrar üretemeyen çok parçalı ve etkisiz koalisyonlara mahkum kaldı. Krizlerin önemli bir kısmı sistemden kaynaklanıyordu. Bu sistem, sorun çözemediği gibi bir çok sorunun da kaynağı durumunda. Elbette her sistemin iyi ve kötü tarafları vardır, başkanlığın da, yarı başkanlığın da. Peki bugünkü sistem çok mu iyi ve ideal? Türkiye’yi krizler ülkesi haline getiren, istikrarı sağlayamayan, kronik meselelerin çözümünü kolaylaştırmayan bu sistem değil mi? Cumhurbaşkanı-Başbakan arasındaki çiftbaşlılık hiç mi sorun üretmedi? Ecevit-Sezer ilişkisi Cumhuriyet tarihinin en büyük krizine mal oldu. Bugün daha az sorun varsa, aynı partiden aktörlerin varlığı sebebiyledir. Bugünkü sistemden Tayyip Erdoğan’ı veya AK Parti’yi çıkarırsanız, geriye işlemeyen bir sistem kalır. Aslında bizim, 21 Ekim 2007 halk oylamasından sonra yani Cumhurbaşkanını halkın seçmesi kararının hemen ardından bugünkü sistemin sürdürülebilir olup olmadığını tartışmamız gerekiyordu. Önerilere soğuk bakanların bugünkü sistemin nasıl rehabilite edileceğini, nasıl dönüştürülmesi gerektiğini de açıklaması gerekiyor. Bu yüzden yeni anayasa ve sistem meselesi iki hayati konudur.
AK Parti tüzüğündeki üç dönem şartıyla bu konunun bir ilgisi var mı?
AK Parti tüzüğündeki üç dönem şartının kaldırılmayacağını Başbakanımız kesin bir dille ortaya koydu. Siyasette yenilenme için bu düzenleme mutlaka hayata geçirilecektir. Bugün milletvekillerimiz içinde sekizinci dönemi olan bile var. AK Parti büyük bir camia, büyük bir aile. Aşağıdan gelen kabiliyetli arkadaşlara yer açılması lazım. Meseleyi kişiselleştirmemek gerekir. Sistem tartışması birilerine makam bulmak için yapılmıyor. Ülkenin geleceğini şekillendirecek bir konuyu, taktiksel, kişisel, konjonktürel şekilde ele almamak gerekir. Tayyip Erdoğan bu ülkenin dönüşümünde en önemli siyasi aktördür ve sürece katkısının sürmesi mutlak gerekliliktir. Anketlere bakarsanız, diğer genel başkanların ve siyasetçilerin yüzde 10’un altında ikinci bir kategori oluşturduğunu, Erdoğan’ın yüzde 40-50’ler gibi bir beğenilme yüzdesiyle açık ara önde olduğunu görürsünüz. Başbakanımız lider, diğerleri genel başkan… Arada güneşle ay kadar fark var…
ULUDERE
‘Hükümet askerin linç edilmesine karşı çıkıyor’
Uludere’yle ilgili tartışmalar alevlenerek sürüyor. Siz bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz, TSK’nın ihmali olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu olayla ilgili kesin bir hüküm verebilmek için devam eden soruşturmaların tamamlanmasını beklemek gerekir. Adli ve idari soruşturma ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun raporu kamuoyuna açıklandığında daha sağlıklı yorum yapabiliriz. Ancak ilk andan itibaren olayın kasıtla değil hatayla gerçekleştiği söylendiğine göre, bu hataya sebep olan farklı gerekçeler bulunabilir. Bir değerlendirme hatası mı yapılmıştır, bir ihmal veya eksik değerlendirme mi vardır, yoksa önceki olayların ardından ortaya çıkan toplumsal baskı sonucu aceleci mi davranılmıştır..? Bunları ancak soruşturma sonucunda anlayabileceğiz. Hantepe ve Gediktepe olaylarından sonra TSK üzerinde ciddi toplumsal baskı meydana geldi. Hatta askerin ihtiyatlılığı “çoban sanmışlar” türü haberlerle alaya alındı. Böyle bir psikolojik baskı altında yanlış karar verilmiş olması da mümkündür. Ama operasyon emrinin Başbakan tarafından verildiği iddiası büyük bir yalandır. Hükümet, askerin hatasını örtmeye çalışmıyor, askerin linç edilmesine karşı çıkıyor. Terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin psikolojik çöküntüye uğratılması, orduyu ve polisi paralize eder…
Bu olayla ilgili tüm siyasi partiler hükümete yükleniyor, özellikle CHP son dönemde askere karşı daha sert mesajlar vermeye başladı…
Olayın aydınlatılmasını istemek ve adalet beklentisinde olmak herkesin hakkıdır. Ancak kan üzerinden siyaset yapmak, Uludere’yi başka kavgalara malzeme yapmak yanlıştır. PKK bu olayı, son dönemdeki güvenlik politikalarını akamete uğratmak ve üzerindeki baskıyı hafifletmek için olabildiğince istismar ediyor. BDP de zaten kategorik olarak “düşman devlet” anlayışıyla hareket ediyor, “katil devlet” argümanıyla kin kusuyor. BDP son derece ilkesiz ve ajitatif bir dil kullanıyor. AK Parti il başkan yardımcısı öldürüldüğünde veya ilçe başkanı kaçırıldığında “Savaş sürecinde olur böyle şeyler” diyorlar, ama terör örgütüyle mücadelede yaşanan trajik bir olayı katliam olarak nitelendiriyorlar. Bir yanda terör örgütünün taammüden gerçekleştirdiği bir terör olayı ve siyasi cinayet var, BDP bunu savaş zayiatı gibi takdim edip mazur göstermeye çalışıyor; diğer yanda terörle mücadele sırasında hataen gerçekleşmiş bir olay var, bunu ise devletin bilerek insanlarını katletmesi olarak takdim ediyorlar. Bu ilkesizliktir ve terör örgütüne propaganda malzemesi sağlamak için ölen insanları istismar etmekten başka bir şey değildir.
Bir yandan BDP’yi sert şekilde eleştiriyorsunuz, diğer yandan muhatap olarak takdim ediyorsunuz…
BDP siyasi alanda önemli fonksiyonlar görebilir ve çözüm süreçlerinde pozitif davranarak önemli katkılar sağlayabilir. Ama bugüne kadarki tecrübeler BDP’nin sahici bir aktöre dönüşemediğini, PKK’nın amaç ve hedeflerini gerçekleştirmeyi, Kürtlerin meselelerinin çözümünden daha önemli gördüklerini ortaya koydu. Hükümetin attığı hak ve özgürlük adımlarını ya küçümsediler ya yok saydılar ya engel olmaya çalıştılar ya da kendi mücadelelerinin sonucuymuş gibi göstermeye yeltendiler. Biz BDP’ye oy veren yüzbinlerce insanın iradesini elbette önemsemek durumundayız. Ama BDP bu iradeyi PKK’ya peşkeş çekerek anlamsızlaştırıyor. Bakanımız “seçmeli ders” diyor ilk tepki BDP’den geliyor, bir milletvekilimiz “af” diyor ilk karşı çıkış BDP’den geliyor, Kürtçe kanal açıyorsunuz BDP yerden yere vuruyor, “muhatap olun” diyoruz, BDP Öcalan’ı adres gösteriyor. Kürtlerin meselelerini değil de örgütün hedeflerini siyasetinin amacı haline getiren bir hareket nasıl sürece katkı yapabilir? Sıkıntılı konjonktüre rağmen Başbakanımız sorumlu davranıp onları muhatap gösteriyor, iki saat sonra Grup Başkanvekili çıkıp Apo’yu önder ilan ediyor, PKK’yla görüşün diyor. Toplumu gererek, kendi siyasi zeminini havaya uçurarak nasıl çözüme katkı verecek? PKK’nın bölgede terör estirmesini, rakipleri kaçırmasını öldürmesini, tehdit etmesini, kendisine siyasi alan açılması olarak görürse, yani kendi siyasi geleceğini PKK’nın varlığına endekslerse o zaman dizginleri PKK’ya kaptırmış olur. BDP’nin öncelikle İmralı ve Kandil korkusunu üzerinden atması gerekiyor.
CHP’nin asker eleştirileri…?
CHP, asker üzerinden kendisine imaj üretmeye çalışıyor. Önce Ergenekon’u savunarak ve Ergenekonculara arka çıkarak tarihsel rolünü tekrar etti. Şimdi ise TSK’ya yönelik söylemlerle farklı bir duruş içindeymiş gibi davranıyor. Sadece askere kabadayılık yaparak demokrat olunmaz. Gerektiği zaman demokratik duyarlılık gösterip dik duramayanlar, şimdi dikleniyorlar. Dik durmak ile diklenmek aynı şey değil. Askeri asli fonksiyonlarına çekmek ve yanlış uygulamalarına karşı çıkmak demokratik tavrın sadece bir parçasıdır. Siz askerin siyasete her müdahalesine destek çıkıp, ondan medet umacaksınız, vesayetin zayıfladığı zamanda ise kabadayılık yaparak demokrat imajı üretmeye çalışacaksınız. Asker-sivil ilişkilerinde normalleşmeyi istemek ile askeri gözden düşürmeye çalışmak aynı şey değildir. Ülkeyi yöneten hükümet ülkedeki her kesimi idare etmek, tüm ilişkileri olması gereken konuma getirmek durumundadır. Başbakan’ın kendisine bağlı olan Genelkurmay’a yönelik haksız suçlamalar karşısında tepki vermesi doğal bir durumdur.
PKK’nın katliamlarını mazur göstermeye çalışan BDP, Uludere’de inandırıcı olamaz”
Kürt meselesiyle ilgili bir çok adım atıldı, açılımlar birbirini kovaladı. MİT-PKK görüşmesi gündeme bomba gibi düştü. Bu adımın tıkanmasını ardından sizce diyalogla bir çözüm gündemden kalktı mı?
“Diyalog, diplomasi, müzakere” her türlü sorunun aşılması için kullanılan en temel yöntemlerdendir. Hükümet de büyük riskler alarak zaman zaman farklı yöntemleri devreye sokmuştur. BDP de, PKK da silahın devre dışı kaldığı zaman örgütsel ütopyalarını gerçekleştiremeyeceğini düşünüyor. Bu yüzden de demokratik siyasetin hak-özgürlük zemininde üreteceği çözümü kendi hedeflerine aykırı görüyor ve süreci sabote ediyor. Bugün için Kandil ile bir temas söz konusu değildir. Diyalog için siyaset kurumu bugün rol üstlenmek durumundadır. Başbakanımız bu yönde çağrı yapmaktadır.
Tekrar aynı konuya döneceğiz ama PKK yerine BDP mi muhataptır?
Siyaset kurumu içinde tüm legal aktörler muhataptır. Bakan ve milletvekili düzeyinde görüşmeler bugüne kadar hep yapılmıştır, bundan sonra da yapılabilir. Ama mesele yanlış şekilde algılanmamalıdır. Yani Kürtleri temsilen BDP, Türkleri temsilen AK Parti masanın iki başına oturup pazarlık yapacaklar gibi algılanmamalıdır. AK Parti ülkedeki her kesimi temsil etmektedir ve bölgede de en güçlü siyasi aktördür. Bu sözden, iki kesimin temsilcisi iki siyasi parti ve al-ver şeklinde pazarlık gibi anlamlar çıkarmak çok yanlış olur. Siyaset kurumu içindeki tüm siyasi partiler sürecin parçasıdır ve sürece katkıda bulunmak durumundadır.
Bir milletvekiliniz “genel af”tan söz etti. Mümkün mü?
Milletvekilimizin sözü çarpıtılarak yansıtıldı. Abdurrahim Akdağ, uzun vadede belli şartların gerçekleşmesi durumunda bu konunun gündeme gelebileceğini söylemiştir. Bugün için bildiğim kadarıyla böyle bir çalışma sözkonusu değildir. Terörü bitirmek için Pişmanlık Yasası, Eve Dönüş Yasası gibi af türevi olan uygulamalar hep denenmiştir, bugün de mevzuatta vardır. Bir terör örgütünü bitirmek, onu tamamen imha etmek anlamına gelmez. Nihai sonuç için daha büyük bir projenin parçası olarak ve belli şartlara bağlı olarak bu tür öneriler gündeme getirilebilmektedir. Cinayet işleyen insanların devlet tarafından affedilmesine ilkesel olarak karşı olduk. Ama örgüt bünyesinde farklı pozisyonlarda bulunan kişiler bugün de gelip teslim olabiliyorlar, herhangi bir eyleme katılmayanlar da hukuki durumuna göre serbest bırakılabiliyorlar. Aslında manidar olan, bu haberlere ilk tepkinin MHP ve BDP’den gelmesidir. Yıllardır dağlarda ümitsizliğe mahkum edilen bir kısım örgüt mensupları bu tür haberleri olumlu karşılasa da PKK’nın başındaki terör baronları bunlardan çok rahatsız olurlar. Sonuç olarak böyle bir çalışma yok, ama farklı fikirlerin tartışılmasını da felaket olarak görmek, düşüncelere set çekmek demokratik bir tavır olamaz
‘Taslak sorunlar getirebilirdi’
Tutuklu milletvekilleriyle ilgili çok net bir açıklamanız oldu. Yeni ve daha uygun bir düzenleme gelirse iktidar partisinin bakışı nasıl olur?
Muhalefetin bilerek ürettiği bir sorunu çözmek için daha sorunlu düzenlemeler gündeme getiriliyor. Bu kişiler milletvekili olduktan sonra tutuklanmadı, tutuklular milletvekili adayı yapıldı. Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi davalar bu yöntemle sulandırılmaya, bir şekilde hukuk sistemi by-pass edilmeye çalışıldı. Seçimden bu yana değişen bir durum yok. Milletvekili olsun veya olmasın insanların tutuklanması, mahkum olması üzüntüye sebep olabilir, ama hukukun dayatmayla aşılması da adalet duygusunu yok eder. Diğer partilerin anlaştığı taslak, önümüze bugünkünden daha büyük sorunlar getirebilirdi. AK Parti yönetimi de bunu kabul etmedi.
28 ŞUBAT
‘Faturayı sadece askere kesmek adalet duygusunu tatmin etmez’
28 Şubat sürecinde yaşananları bir yazınızda özetlemiştiniz. Orada dönemin yargısını, askerini, sivillerini de eleştirdiniz. O dönemin faturasını kestiğiniz asıl kesimi merak ediyorum?
Vesayet rejimi konsorsiyum şeklinde işliyordu. Demokrasi müşterek bir çalışmayla sekteye uğratıldı. Bu yüzden vebal bir çok kesime aittir. Bunun ne kadarı suça, ne kadarı hataya, ayıba tekabül eder; kim faildir veya teşvik edicidir, bunları yargı ortaya çıkarmalıdır. Faturayı sadece askere kesmek, adalet duygusunu tatmin etmediği gibi, daha yapısal bir sorunu göz ardı etmek anlamına gelir.
İlginç bir de yorumunuz oldu, Erbakan ve Gülen o dönem cemaatlerini koruma çabasına girdi, diye. Biraz açar mısınız? Bu korku sayılmaz mı gerçekten?
Değerlendirmelere bakıldığında sanki bu kişiler sürecin destekleyicisi gibi takdim ediliyor ve büyük haksızlık yapılıyor. Sürecin mağdurlarını destekçi gibi göstermek vicdansızlıktır. Erbakan hocanın tavrı eleştirilebilir ama bu daha vahim olaylara sebep olmama kaygısıydı, korkaklık değildi. Fethullah Gülen Hocaefendi ve diğer kanaat önderlerinin yaklaşımları, kişisel hesaplardan değil, büyük bir zulüm dalgasına karşı camialarını koruma kaygısından kaynaklanıyordu. Nitekim, kendisi yurtdışına çıkmak durumunda kaldığı gibi, çok hayırlı işler yapan insanlar da büyük haksızlıklara uğradı. Kişisel olarak kaybedecek bir şeyi olmayanlar ve kendisini belli davalara adayanlar neyden, niye korksunlar ki? Ellerinde fani bir hayat vardır, ölüm ise ebediyete açılan bir kapıdır. Bir topluluğun hak ve hukuku mevzubahis olduğundaysa elbette sorumlu davranmak gerekir. Bunu birbirine karıştırmak yanlış olur. (Deniz Güçer/VATAN)