Sabah gazetesinde Okan Müderrisoğlu’nun “Askeri reformlar… Gereklilik ve süreklilik!” başlıklı yazısı şöyle:
15 Temmuz darbe girişiminden sonra siyaset kurumunun demokratik refleksi, devlet sisteminin yapılandırılması yolunda önemli adımların atılmasını sağladı. Bilhassa, Milli Savunma Bakanlığı’nı merkeze alan “askeri reform”, gücün denetimi ve hesap verebilirliği bakımından kritik bir eşiğin geçilmesini sağladı. Her reform sürecinde olduğu gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) iç bünyesini ve hükümetle ilişkilerini yeni esaslara bağlayan güncel reform süreci de “sancılı gelişiyor!” Sancının kaynağında geçiş dönemi zorluklarından ziyade demokratik bir devlette olması gereken kurumsal çerçevenin hazmedilme kapasitesi ve zihniyet sorunları ön plana çıkıyor.
***
TSK ile ilgili yazı ve yorumlarda hassas davranıyoruz. İçeride etkili terörle mücadele sürerken, dışarıda ülkenin beka meselesi haline gelen stratejik oyunlara karşı önlem alınırken milletin ordusunun moralini gözetme sorumluluğumuz bulunuyor. Hele hele 15 Temmuz’da dibe vurmuş TSK kimliğindeki hasar onarılırken… Bu noktalardaki dikkat ve özenimiz, Silahlı Kuvvetler’in reformlara yönelik, makul eleştirilerini de örtülü direncini de görmemize engel olmamalı!
***
Genelkurmay Başkanlığı’na atanma şartlarındaki değişiklik, Kuvvet Komutanlarının belirli iş ve işlemlerde Milli Savunma Bakanı’na bağlanması, generalliğe terfi kurallarında katılığın kırılması, Jandarma ve Sahil Güvenlik komutanlıklarının İçişleri Bakanlığı’na bağlı yeni statü kazanması, harp okulları ve askeri liselere neşter vurulması…
Her biri çok kritik ve zorlu kararlardı. Peki, TSK’nın kurmay kadrosu ve TSK’ya etki eden dinamikler bu reformları içtenlikle benimsedi mi? Gelinen aşamada, dışa yansıyan sinyaller, ihtiyatlı olmaya işaret ediyor. Yani, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı travma ve toplumsal beklentiler karşısında bazı reformların “gönülsüz kabul edildiği” hissediliyor. “İleride koşullar oluştuğunda yer yer eskiye dönülür” zannı da canlılığını koruyor!
İşte bu nedenle, KHK’larla sıcağı sıcağına gerçekleştirilen reformlarda “ikinci faza geçilmesi” ve “kalıcı kurumsal kodlarının yerleştirilmesi” üzerinde kafa yormak gerekiyor.
***
Ayrıca… Terörle mücadele, Fırat Kalkanı Harekâtı, Başika Eğitim Üssü’nün sürdürülebilirliği… Üç tarihi askeri hamle… Ülke içinde Jandarma Özel Harekât, sınırda 2. Ordu Komutanlığı, sınır dışında ise Özel Kuvvetler’in kahramanlığı ile devam eden operasyonların ağırlığı, gerek karargâhlarda gerekse uluslararası görüşmelerde hafifletilmemeli. Sahadaki anlık gerçeklik, karmaşık tehdit unsurlarındaki değişkenlik Ankara’daki siyasi karar vericilere tam ve doğru yansıtılmalı. Komuta- kontrol ağındaki her asker tam bir amaç ve hedef birliği içinde çalışmalı.
***
Son bir husus… 10 Kasım… Büyük Atatürk’ü, Cumhuriyet’i, devrimleri anlamak, cumhur ile devlet arasındaki bağı kopartmak isteyenleri her seferinde deşifre etmek için hepimizi düşünmeye sevk eden bir gün. Atatürk’ü ideolojik figür haline dönüştürüp, tekellerine almaya kalkışan kafaları sorgulamak için önemli bir gün. Atatürk, bu ülkenin ortak değeri ve ortak paydası. Dün olduğu gibi yarın da öyle olacak.
Ancak, 10 Kasım’ı, fırsata dönüştürüp “Ordu-Millet El Ele” etkinliğinin kapalı siyasal mesaja dönüşmesini öngörmemek de ne ola ki? Balon uçurmak yerine, sınırdaki Mehmetçiğin moralini uçurmak her vatandaşın TSK’dan temel beklentisi değil mi?
Hep söylüyoruz. Milli ordumuz gözbebeğimiz, ordunun yedeği de yok. Ordu asli işini yapmalı ki yüreğimizdeki değeri, beynimizdeki değeri ile örtüşsün.