AYM BAŞKANI SAYIN HAŞİM KILIÇ HAKKINDA KAMUOYU AÇIKLAMASI
Genel itibariyle Anayasa Mahkemesi, halkımızın maruz kaldığı haksızlıkları öncelikli mesele olarak görmek, anlamak, tespit etmek ve çözmek iradesinden uzak, ilkesiz ve savruk bir zihniyetle faaliyet yürütmektedir. Bu zihniyet, halen kurumumuzun başkanı olan Sayın Haşim Kılıç tarafından yaşatıldığı ve pekiştirildiği için eleştirilerimi kendisi üzerinden yapmam kaçınılmazdır. Öncelikle Anayasa Mahkemesinin çalışma usulüne ilişkin mevzuatta Mahkeme başkanına verilen ölçüsüz yetkiler ile bu yetkilerin zayıf demokrasi kültürümüzde istismar edilebilirliği hususları bir arada düşünülmelidir. Buna bir de Sayın Haşim Kılıç’ın şahsi özelliklerinden kaynaklanan etki potansiyeli eklendiğinde, Mahkemenin hukuk idealleriyle alakasız muhasebeleri Sayın Başkanımızla özdeşleşmektedir.
Sayın Başkanımızla özdeşleşen problemlerin çözümüne ilişkin bir ümit, kendisinin yaklaşan emekliliğidir. Bununla beraber, bir ülke için, 76 milyonun hayatına tesir eden Anayasa Mahkemesi gibi bir kurum için bir gün dahi pek uzun ve önemli olabilmektedir. Ülkemizde aylar, yıllar.. tahammül ve maslahat görüntüsündeki zımni onaylamalar nedeniyle heba edilmektedir. Akan zamanla birlikte haksızlıklar, vicdanları baskı altına alarak kişilikleri kalıcı olarak silikleştirmekte, şeref ve hürriyet yüceliklerini anlamsızlaştırmakta, insan haklarını kavrama ve uygulama standartlarını düşürmekte, acziyet ve karamsarlığı adeta insanımızın kaderine dönüştürmektedir.
Sorun şudur ki, Anayasa Mahkemesi, kendisine puan olarak döneceğini hesaplamadığı hususlara yeterli ciddiyet ve samimiyetle eğilememektedir. Mahkemenin Sayın Başkanımızın duygu ve düşünce dünyasına hapsolan puan algısı ise basit istatistiki sonuçlar elde etmeye, sosyal ve siyasal kuvvetler arasında yer tutmaya, sübjektif nedenlerle önemsenen bu kabilden kuvvetlerin iltifatını sağlamaya yöneliktir.
Adalete sadakati nedeniyle yargı organlarının saygınlık ve meşru güç kazanması elbette alkışlanır. Fakat tek odak noktası adalet olmayan bir yargı merciinin kararları, emanete hıyanettir ve zulümdür. Zira böyle bir durumda, tesadüfen ya da siyaseten doğru kararlar verilse bile insan hakları istikrarla güvence altına alınmış sayılamaz.
Anayasa Mahkemesinin içerideki ve dışarıdaki kimliğini ve politikalarını belirleme işlevini tekelleştiren, bu alandaki her kusurun sorumlusu olan Başkanımız Sayın Haşim Kılıç’ın adalet odağına bağlı olmadığını ifade etmeyi bir borç kabul ediyorum.
Sayın Başkanımız, her şeyden önce, esaslı bir insan algısına sahip değildir. Hukuk ve hakikat nazarında insanlar eşit ve hürdür; hiç kimse, indi değerlendirmelerini yetkilerine eklemleyerek başkalarının iradesine ket vuramaz. Dikey, ayrıcalıklı ve ayrışmacı hatlarda düşünürken, onur ve hukuk temelinde davranmak imkansızdır.
Başkanımız, ifade özgürlüğünü, kendisine uyan sözlü ve davranışsal dışavurumların kontrollü serbestliği, diğerlerinin otosansüre devamı olarak uygulamaktadır. Tutarsızlık ve kaygı dolu çevresel şartların kabullenilmesini düzen, hak vurgusunu oyunbozanlık, insanları ve sorunları dinlemeyi tenezzül, adaleti güçlünün ihsanı, yargıyı bir aygıt olarak değerlendirmektedir. Başkanımız, adalet ve eşitliğin felsefi kodlarına aykırı, iletişimsiz hiyerarşiye dayanan, disiplin kutsaması üzerinden haksızlığa meyyal, açıklıktan ürken, farklılıkları kabullenip pozitif enerjiye dönüştüremeyen, çok seslilikten hazzetmeyen ve demokrasinin dinamiklerinden habersiz bir yönetim profili çizmektedir. Özetle, Başkanımızın söylemleri ile eylemleri arasında ciddi çelişkiler mevcuttur.
Bu çelişkilerin açtığı boşluklar, Anayasa Mahkemesinin, şeffaf ve adil bir anlayış yerine, hizipçi amaçların etkisi altına girmesine neden olmuştur. Fethullah Gülen cemaati olarak bilinen oluşum, Mahkemenin tüm resmi ve gayriresmi noktalarını ele geçirmiş, yumuşak-sert yöntemlerle nüfuzunu arttırmış, kendi plan ve gündemlerini en belirleyici unsur haline getirmiştir. Bu durum, kurum içi haksızlıklar sistematiğinin olduğu kadar, büyük ölçüde kontrol altında tutulan ve kamuya açık olmayan yargılama süreçlerinin de ana etkenidir.
Neticeten Anayasa Mahkemesi, stratejik bir araca dönüşmüştür: Araçsallık tartımına avantaj sunmayan her şey, atılması gereken bir yüktür. Nitekim Mahkemenin tüm gündem oluşturan kararlarında söz konusu organize gayretin müdahalelerini gözlemlemekteyiz. Kurumsal atmosferin ve iş hacminin kamuoyu gündeminden uzak kalan büyük bir kısmı ise bu yapının sessiz tahakküm sahasıdır.
Medyatik kararlara aldanarak Mahkemeye başvuran binlerce vatandaş, bir naiflik içinde bırakıldığını bilmelidir: Mevcut şartlar altında Mahkeme, doğrudan vatandaşların hukukuyla değil, dosyaların ne işe yaradığıyla ilgilenmektedir. Hak kaygısı ve vurgusu, Anayasa Mahkemesinde marjinalleştirilmiştir. Yargı organları hukuki olmayan oluşumların insafına bırakıldığında, bu oluşumların lehindeki ve aleyhindeki hesapların güç unsuruna dönüşmesine fırsat verildiğinde, özetle kurumlar tutarlı bir değerler zeminine dayanmadığında böyle feci manzaralar ortaya çıkmaktadır.
Her ne kadar Fethullah Gülen cemaatine karşıt saplantılarla hareket etmek de adalet odağıyla bağdaşmaz ise de söz konusu cemaatin amansız ve hukuksuz icraatlarını sorunların şu anki kaynağı olarak tespit etmek gerekmektedir. Genelde yargı, özelde Anayasa Mahkemesi utanç verici bir hale getirilmiştir.
Fethullah Gülen’in ve sevenlerinin iç dünyası hakkında kati hüküm vermek yetkinliğine sahip değilim. Herhangi bir görüşün yanında ya da karşısında toptan ve sabit yargılar geliştirmeyi adaletsizliğin nüvesi olarak görüyorum. Her tercih gibi Fethullah Gülen bağlılığını da olağan kabul ediyorum, saygıyla karşılıyorum. Yalnız, bu bağlılığın aksiyona dönüşmesi, ahlak ve hukuk problemlerini beraberinde getirdiğinde, devletin adaletle kaim olması gereken vakar ve insicamını bozarak umuma saygısızlığa yol açtığında, garazsız-ivazsız bir insan ve hukukçu olarak sesimi yükseltmek mecburiyetinde kalmaktayım. Nitekim halen Anayasa Mahkemesinin başlıca problemlerinden biri olan, adalet ve hakkaniyete aykırı sayısız manipülasyona başvuran söz konusu yapının etkisine -yalnızca işimizin gerekleri açısından sakıncalarına- ilişkin görüşümü, Sayın Başkanımıza 31.7.2012 tarihli notumun “Mahkemedeki Alt Politika Alanı” başlığı altında aktarmış ve şu cümlelerle tamamlamıştım:
“Çalışanlar iş becerisinden öte sosyal beceri ve manevra alanına zorlanmakta ve gücün içinde ya da dışında kendini konumlandırmak arayışı içine girebilmektedir. Performansın artması için işe maksimum odaklanmanın sağlanması, işini iyi yapanın her türlü şüpheden ve kaygıdan azade kalması, iş kalitesinin objektif ve doğru değerlendirilmesi bir zarurettir. Bunun için de her alanda şeffaflığın hakim olacağı, alt siyasetlerin güdülmeyeceği, kapsayıcı bir karşılıklı tamamlama ve güven ortamı tesis edilmelidir.”
Bu beklenti fazla iyimserlik taşıyor gibi görünebilirse de aslında, Mahkemenin bireysel başvuru ile birlikte artan insan hakları vurgusuyla tam uyum halindedir. Eşitlik ve özgürlük prensiplerine, katılımcı iletişim kültürüne, şeffaflığa ve hesap verebilirliğe, profesyonelliğe ve bilimselliğe, ehliyet ve liyakate, adaletten doğan iş barışı ile ortak memnuniyete dayanan huzur ortamına, halkımızın ihtiyaç ve beklentilerine, kirlenmemiş akli ve vicdani ilkelere tam uyum halinde olmayan Sayın Haşim Kılıç’ın yönetim anlayışıdır, bu anlayışın kıskacındaki kurumsal vaziyettir. Sayın Haşim Kılıç, insanların onurlu yaşamalarını amaçlayan hukuk devleti mekanizmalarını, başkanı olduğu Anayasa Mahkemesinde hayata geçirmeyi başaramamışken, ülkemizin bu alandaki sorunlarını çözmek yetkisini ve ödevini üstlenmektedir.
Sayın Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesinin makul, profesyonel, hesap verebilir, çelişkisiz ve adil bir kurumsal kültüre kavuşmasının, halkımıza dürüstçe hizmet vermesinin önünde büyük bir engeldir. Bu nedenle, gerek bu açıklamayı yapmama neden olan son somut ve ciddi usulsüzlükleri, gerekse kurumun işleyişini hukuksuzluğa boğarak Anayasa Mahkemesini toplamda adaletsiz, imaj odaklı ve politik davranan bir yargı organı durumuna düşüren olguların vahim örneklerini aniden sıralamadan, Sayın Haşim Kılıç’ı Mahkemenin ve devletin sahibi olan halkımıza şikayet ediyor, hukuk ölçütlerini içselleştirmeye davet ediyorum.
EMİR KAYA KİMDİR?
1984 yılında Siirt’te doğdu. Giresun ve Tokat’ta ilköğrenim, Trabzon ve Tokat’ta ortaöğrenim gördü. 2001 üniversite sınavında sayısal alanda Türkiye derecesi yaparak Milli Eğitim Bakanlığı yurt dışı bursuna hak kazandı.
Bilkent Üniversitesi’nde İngilizce hazırlık eğitiminden sonra 2002 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti. 2005 yılında İndiana Üniversitesi-Bloomington’dan Felsefe ve Siyaset Bilimi alanlarında lisans, 2007 yılında Harvard Üniversitesi’nden Teoloji alanında yüksek lisans derecelerini aldı.
Hukuk alanındaki doktora programını, Londra Üniversitesi-SOAS’ta, farklı norm kaynaklarının toplumsal zemindeki etkileşimi üzerine yazdığı tezle 2011 yılında tamamladı.
Yurda dönüşte bir süre Milli Eğitim Bakanlığı Hukuk Müşavirliği’nde memur olarak görev yaptı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi anabilim dalında Yardımcı Doçent olarak çalışmaktayken 13.4.2012 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nde raportör olarak görevlendirilmiştir.