Sabah gazetesinde Engin Ardıç’ın “Kuyudan adam çıkarmak” başlıklı yazısı şöyle:
Aydın Doğan Bey bütün bu olup bitenlerden sonra gene de “günün birinde Tayyip Erdoğan’ı devirme” hayalleri mi kuruyor? Yoksa olmayacak duaya amin demekten vazgeçti de, “olabilecek dualarla” mı idare etmeye çalışıyor?
Bu dualardan biri, Doğan’ın tetikçilerinin elbirliğiye “hapisten adam çıkarma” telaşına kapılmaları…
Ama etkili olamıyorlar. Çok zırladılar, tutturamıyorlar. “Anladık, bırakmayacaksınız, bari kitap verin de okusunlar” diye bunu kendileri de itiraf ettiler.
Kitap yetmez. Ziyarete gitsinler, iç çamaşırı, sigara, yaş meyve falan götürsünler. İhmal etmesinler.
Ve de müsterih olsunlar: Tutuklulara, “Fetullah kazansaydı bize yapacakları muamele” yapılmıyor.
Huyundan vazgeçmeyen huylular da var tabii. Bakın Aydın Doğan’ın has adamlarından biri ne yazdı:
“Bir suç kanıtı olmadan gazeteci ve yazarları yazdıkları ve söylediklerine dayanarak tutuklamak ve yargılamayı uzatmak da doğru değil.” Böyle bir durumda suç kanıtı nedir?
Eline silah almak mı, “Yurtta Sulh Cihanda Bilmemne” konseyine kayıt yaptırmak mı?
Darbeyi göz göre göre desteklemek, darbe gerekliliğine dair uzun süre ısrarla yayın yapmak suç kanıtı sayılmıyor mu? “Destek” ne zamandan beri suç olmaktan çıktı?
Ben onların yazdıklarını ve söylediklerini yazıp söylesem acaba tutuklanmaz mıyım? Televizyon programlarına katılıp bangır bangır bağırsam? Hadi 1 dolarlık banknotu geçelim, evimde toplantılar düzenlesem mesela?
İçleri rahat olsun: Darbeden birkaç gün önce bana hitaben “bu düzen yıkılır, sen de altında kalırsın” yazmış olan herif serbest. (Acaba ne demek istemişti, neyi nereden biliyordu?)
“Türkiye’ye en uygun antlaşma Sevr Antlaşması’dır” demiş olan profesörü üç aydır ara ki bulasın. Yer yarıldı içine girdi.
Hasan Cemal’in, Murat Belge’nin kılına bile kimse dokunmadı.
Hilmi Yavuz’u şıp diye bıraktılar. Lale Kemal gibi azılı bir “Tayyip düşmanı” çıktı, Nuriye çıktı.
Her Allah’ın günü Tayyip Erdoğan’a şakır şakır küfür eden gazeteler tıkır tıkır basılıyor ve satılıyor. Kapatılanlar örgütün yayın organları olduğu “fazla” ortaya çıkanlar. Gizli müttefikleri serbest…
Bu ne biçim dikta, bu ne biçim zulüm be kardeşlik?
Evet, haklısın: “Gazetecilerin suç işleme özgürlüğü tabii ki yok, bunu söyleyen de yok zaten. Özellikle kanlı bir darbeye karışmış olan gazeteci değil kim olursa olsun yasalar önünde hesabını vermeli.” Peki, gazetecinin “Almanya’ya göz kırpma özgürlüğü” var mı, patronun Alman ortaklarına mesela?
Var tabii. Ses etmiyoruz.
Türkiye’yi istediğiniz gibi kötüleyin, alıştık. Belki ödül de verirler, Can Dündar’la kırışırsınız.