Haber savunusu ve yeni Anadolu Ajansı
Her ne kadar ‘kimlik’in daha önemli olduğu dile getirilse de, geniş kitlenin simülasyon yalaklarından beslenmeye teşne olduğunu bilenler tarafından yaratılmış malumat olukları ‘haber’ adı verilen politik-ideolojik ‘yeniden-yaratım’ı bugün neredeyse kutsamaktadır. Haberi hayatın merkezine yerleştiren bir zihniyetin dünyayı en ücra nahiyelerine kadar didikleyip yeniden üretmek istemesi, açıkça, insanların etrafında oluşan ikinci bir doğa-dünyanın sahibi olma isteğinden başka bir şey değildir. Bu ikinci doğa-dünya’da kimin kime ne kadar yer vereceği sahip olunan ‘güç’le orantılı olarak düşünülmektedir. Modern devletler, bu ‘doğa-dünya’da yer alma savaşını kazandıkları oranda güç sahibidirler. Bu savaşta, haberin üretim-tüketim süreçlerinin milli bir mekanizma aracılığıyla deruhte edilmesi şüphe götürmez bir açıklık ve zorunluluk arz etmektedir.
Topyekün İslam dünyasının bu zamana kadar imaj nokta-i nazarından ciddi bir mağduriyet yaşamış olması sözünü etmeye çalıştığımız hususun ıskalanmış olmasına bağlanabilir. İslam dünyasının yaşadığı mağduriyetin -toprağı bol olsun- Edward Said’in de belirtmiş olduğu gibi haberlerin ağında vuku bulduğu artık herkesin malumudur. Merkezinde haberin yer aldığı ağlar aracılığıyla inşa edilmiş olan dünyada emin bir şekilde yaşayabilmek için, gösteren-gösterilen ilişkisini manipüle etmeyen, aksine itimat telkin eden bir zihniyete hayatiyet kazandırmak gerekiyor.
Kitlelerin, tabi oldukları nizamlar/organizasyonlar tarafından kandırılmadan sisteme angaje olmaları her şeyden önce içinde yaşadıkları topluma ve dünyaya dair haberleri hakikate uygun bir şekilde almalarına bağlıdır. Bu hususun takdim edilmediği toplumsal yapıların hastalıklı olduğu peşinen söylenebilir. Çünkü insanların gözlerinin/akıllarının bağlandığı bir toplumun hakikate ulaşma yolları da tıkanmış olacaktır. Herkesin bildiği ‘cogito ergo sum’ üzerinden konuşalım: Descartes’in metodik şüphe aracılığıyla paranteze almış olduğu dünya, ontolojik itimadı henüz hak etmeyen bir dünya idi. Günümüzün dünyası bireye yapılan enformasyon saldırıları açısından bakıldığında tam tersi bir görüntü arz etmekte: Paranteze alınan özne sanki!
Türkiye’nin kendine ve devletine itimadı olan bir topluma sahip olması, kendisi ve çevresi hakkında doğru bilgi alabilen bir kitlesinin olmasıyla bir ve aynı şeydir dersek yanılmış olmayız. Büyük devletlerin tebalarıyla ilişkilerinde bu husus hayati bir direnç noktası olarak hep var olmuştur. Toplumumuzun haber aracılığıyla kendine ayna tutmasını sağlayan kuruluşları bu yönde çalışmazsa alacağımız yaradan sanırım öleceğiz! Gördük ki, İslam dünyasının imajı ve bunun yanında Müslüman imajı habere bağlıdır. Bu açıdan bakıldığında haberin politik ideolojik olduğu kadar epistemolojik bir değeri de vardır. Ciddi politik ideolojik içerimleri olan küresel bir saldırı karşısında haber aracılığıyla yapılacak savunu ve onun aracılığıyla inşa edilecek olan hat, fevkalade önem kazanmaktadır. Bu anlamdaki bir haber savunusu günümüzde bir memleketin savunma hattının en mühim tarafını oluşturuyor /oluşturmalıdır. Türkiye bu anlamda bir savunma hattı inşa etmeye 1920’de Anadolu Ajansı’yla başlamış, ama neredeyse günümüze kadar bu hat kendimiz ve çevremize dair algılamaları ‘milli’ kılamamıştır. Kemal Öztürk Anadolu Ajansı’nın başına geçince haber camiası büyük Türkiye tahayyülünün sıhhat şartlarına dair esaslı bir uygulama gördü sanırım. Haber’le ilgisi teorik ve platonik olan biri olarak, Anadolu Ajansı’nın yeni uygulamaları aracılığıyla artık umudun fakirin karnında olmadığını, somutlaşmaya başladığını müşahede etmeye başladım. Kemal Öztürk’ün ‘Anadolu Ajansı 100. Yıl Vizyonu’ sunumundaki şu ifadeleri bu toprakların genetiğinde saklı olan temel duruşun ‘epos’una dairdir:
“Bu topraklarda hep iddialı insanlar yaşadı. Bu dünyada söyleyecek sözü olan insanlardı bunlar. İmparatorluk kurdular, kül olmuş ocaklardan Cumhuriyet doğurdular. Hep söyleyecek sözümüz oldu. Şimdi yine bu topraklarda dünyaya söyleyecek sözü olan insanlar yaşıyor.”
Sayın Kemal Öztürk’ü severim ama hakikati daha çok severim. İdareci idare ettiğinden daha fazlasını görmüyorsa ona ihtiyaç yoktur, teker zaten dönmektedir. Önemli olan geminin yönünü değiştirebilmektir ve zihnime şu soru(lar) takılıp durmaktadır: Bugün haberleri dünyanın saygın gazetelerinde manşet olan ve kurulduğunda üç dille yayın yapmayı kendine hedef olarak tespit eden Anadolu Ajansı’nı zaman içinde bu vizyonun gerisine kim/kimler niçin düşürmüştür?
Kalbimden taşıp dilime geldi: Allah Kemal Öztürk ve ekibinin yardımcısı olsun. Haberin epistemik-etik değerini biliyorlar ve bilmek çok ‘ağır’ bir yük!
DR. HÜSEYİN PALA/PLATİNHABER.COM