Akşam gazetesi yazarı Kurtuluş Tayiz bugün açık açık Fetullah Gülen için “Alim maskesine bürünmüş bir Hasan Sabbah, haşhaşi çetesi lideri” diye yazdı. Yazısında Gülen’in yolsuzluk kılıfında nasıl bir darbeye kalkıştığının ve sonunu bizzat kendisinin hazırladığını anlattı. Yazısı şöyle:
“ALİM” MASKESİNE BÜRÜNMÜŞ BİR “HASAN SABBAH”
17 Aralık, siyasi tarihimizin dönüm noktalarından biri oldu. Bu tarih, gelecekte de siyasete ve milli iradeye karşı başarısız bir darbe girişimi olarak anılacaktır. Fethullah Gülen ise tarihe, “Alim” maskesine bürünmüş bir “Hassan Sabah” olarak geçecektir. Fethullah Gülen’in büründüğü maskeyle 17 Aralık’a giydirilen “rüşvet ve yolsuzluk” kılıfı arasında doğrudan bir bağlantı vardır.
HAŞHAŞİLER ÖRGÜTÜNÜN LİDERİ GÜLEN
“Alim”, “Hoca”, “İmam” gibi sıfatları kullanmasına rağmen Gülen’in dev bir istihbarat şebekesinin, “haşhaşiler” gibi gizli bir örgütün, derin bir çetenin lideri olduğu ortaya çıkmıştır. Gülen’in yüzündeki “Alim”lik maskesi neyse, 17 Aralık’a giydirilen “yolsuzluk ve rüşvet” kılıfı da odur; bu maskeyi, görünenin ötesindeki amaçlarını gizlemek kullandılar. Yüzlerindeki maske, gayrimeşru eylemlerini örtmeye yarıyor.
Gülen Cemaati’nin ‘hizmet’ edebiyatı hep dikkatimi çekerdi; Cemaat içindeki insanların fedakârlığı, dayanışma gücü, sivil hizmetleri, dindarlıkları, yardımseverlikleri dillerden düşmezdi. Cemaate küçük bir kötülüğü bile yakıştıramazdı kimse.
MASKESİNİN ALTINDA DÜNYEVİ HIRSLARA TESLİM OLMUŞ BİR DİN ADAMI ÇIKTI
Olağanüstü bir olay olmasaydı bu algıyı kimse değiştiremezdi. İşte bu algıyı yıkan 17 Aralık darbe girişimi oldu. Toplum, “hoşgörü” edebiyatının aslında bir maske işlevi gördüğünü, Cemaat’in örtülü amaçlarını gizlemeye yaradığını anladı. Maskenin altından dünyevi hırslara teslim olmuş bir din adamı çıktı. “Baş neyse gövde de odur” derler; Gülen’inki de o hesap; kendisi vicdansız, acımasız, yalancı, iftiracı, riyakâr, komplocu olmasaydı, hükmettiği teşkilat da darbeye kalkmaz, bir şantaj çetesine dönüşmezdi. Kendisi saf bir din adamı, Alim ya da Hoca olsaydı, örgütü bu kadar büyük bir baskı grubuna dönüşmezdi; onun peşinden gidenler de bütün vasıflarını ondan aldı.
Bu yapı sıradan bir cemaat özelliği taşısaydı hiçbir hükümet, hiçbir siyasi irade üzerine gidemezdi; eğer bugün Gülen grubu soruşturma ve kovuşturmaya uğruyorsa, bunun sebebi, bu yapılanmanın normal bir cemaat yapılanması olmamasıdır.
DARBEYE KALKIŞARAK MİLLİ İRADEYİ GASP EDEN CEMAAT
10 yıl boyunca AK Parti iktidarının kanatları altında kendi geçmişini temize çekip meşruiyet devşiren Cemaat, ayakları üzerinde duracak noktaya geldiğinde ise darbeye kalkışarak milli iradeyi gasp etmeye çalıştı. 17 Aralık’tan itibaren Cemaat hızlı meşruiyetini kaybederken, Gülen de din adamı sıfatını yitirdi. Cemaat’i kimse zorla bitirmedi, Gülen’in itibarına karşı da kimse suikast yapmadı; seks kaseti biriktiren -ki kendisi bir demecinde bunu açıkça dile getirdi- bunu politika, medya ve iş dünyasına karşı silah olarak kullanan bir din adamının saygınlığının, meşruiyetinin devam etmesi zaten mümkün değildi.
17 Aralık’ın birinci yılı geride kalırken tablo siyaset açısından umut verici ama Cemaat açısından oldukça karanlık. Geçen bu kısa sürede 40 yıllık Cemaat yapısı büyük oranda dağıldı. AK Parti, üç seçim kazanarak iktidarını pekiştirdi. Aslında 40 yıllık bir örgütün bu kadar kolay dağılacağına kimse inanmazdı; bunu kolaylaştıran bizzat Gülen ve Cemaat’in kendisi oldu.