Sabah gazetesinde Hilal Kaplan’ın “Bir daha ‘seviyesizlik’ten bahseden olursa…” başlıklı yazısı şöyle…
ABD seçimlerine günler kala, iş iyice histerik bir hal almaya başladı.
Adayların birbirine hafifçe sataşmasıyla başlayan laf atmalar, yerini gitgide bel altı vuruşlara hatta komplolara bırakmış durumda.
Donald Trump’ın on yıllar önce söylediklerinin teybe alınıp sızdırılması mı dersiniz, Hillary’nin çarşaf çarşaf yayınlanan e-mailleri mi? Trump’ın gizli ilişkilerinden ve hatta hakkında taciz iddialarından, Hillary ve eşi Bill Clinton’ın gittiği iddia edilen bir ‘toplu seks’ adası iddiasına kadar maalesef her tür mide bulandırıcı duyum/haber iltihaptan boşalan irin gibi Amerikan medyasını kaplamış durumda.
Fakat iş burada da kalmadı ve kan döküldü. Buna gelmeden önce, artık iyiden iyiye alenileşen FBI-CIA kapışmasına da değinmek gerekir ki verimli bir uluslararası haberciliğimiz olsaydı, bunun çoktan gündeme gelmiş olması gerekirdi.
Çok kabaca özetlersek, CIA Hillary’i kollayacak şekilde, FBI ise Trump’ı kollamasa da Hillary’e zarar verecek şekilde nüfuzunu kullanıyor.
En basit örnek, Hillary’nin ikide bir ‘sızan’ e-mailleri meselesi. Önce, Mart 2015’te, Hillary’nin Kongre’de Bingazi’de saldırıya uğrayan ABD’li bürokratlar meselesinde hesap verdiği dönemde, Dışişleri Bakanı iken kullandığı özel e-mail adresinden devlet işlerine dair yazışmalar yaptığı ortaya çıktı. Bunun yasalara aykırı olduğunu iddia ederek soruşturma başlatan FBI oldu. Ancak bir yıl sonra Başsavcılık, herhangi bir suçlama yapılmayacağını duyurdu.
Ne var ki, seçime iki hafta kala, 28 Ekim’de, FBI, yeni elde edilen kanıtlar üzerinden e-mail soruşturmasının tekrar açıldığını ilan etti.
“Kan döküldü” dememizin sebebi de, son sızıntıdan sorumlu olduğu düşünülen FBI ajanı Michael Brown’la ilgili. Cumartesi gecesi, Brown’ın evinin alevler içinde olduğunu gören komşularının ihbarıyla eve gelen yetkililer, karısının bir kurşunla öldürüldüğünü ve Brown’ın da kafasına sıkarak intihar ettiğini açıkladılar. Şimdilik küçük birkaç ‘komplocu’ site hariç kimse açıkça olayı Clinton’larla ilişkilendirmeye cesaret edemiyor.
Ancak Clinton hakkında soruşturma açılmasından günler sonra gerçekleşen bu ‘intiharcinayet’ kombinasyonunun uyandırdığı soru işaretleri belli.
Bu arada, geçtiğimiz 10 Temmuz günü, Demokrat Parti çalışanlarından Seth Rich, Washington’da bir cinayete kurban gitti. Julian Assange, katıldığı bir programda, Demokrat Parti’deki ‘muhbir’lerinden birisinin Rich olduğunu ima etti ve wikileaks katilin yakalanmasına yardımcı olacaklara 20.000 dolarlık ödül vereceğini açıkladı.
Geçtiğimiz 1 Ağustos’ta ise, Clinton çiftinin ahlaksızlıkları üzerine dört kitap yazmış olan ve katıldığı bir programda, “Ölü bulunursam bu cinayettir, ben intihar etmem” demiş olan Victor Thorn ölü bulundu. 2 Ağustos günüyse, Demokrat Parti Başkanı Schulz’un e-mail skandalı sonrası istifa etmesi olayındaki davacı avukatlardan Shawn Lucas banyosunda ölü bulundu. Fakat ABD medyası bu soru işaretlerini ana haber bültenlerinde bile pek duyamadı.
Bir yıldır ABD seçim sürecini takip ederken, bizim siyaset sahnemizde duymadığım kadar küfür ve hakaret, görmediğim kadar iğrençlikle karşılaştım. Öyle ki çoğunu buraya birebir tercüme etmekten imtina etmiş durumdayım.
Olur ya birisi daha, kendisine yönelik oryantalist bakışından ötürü, ülkemizin en kutuplaşmış, en seviyesiz, en niteliksiz yerlerden biri olduğunu söylerse, o ‘kendini bilmez’in kafasına işte bu yazıyı ‘vurabilirsiniz.’