Burası Cibuti değil!
Başbakanın önceki gece atv-ahaber ortak yayınında katıldığı programı dışarıda olduğumdan TV’den izleyemedim. Ancak her söylediği sosyal âlemde anında yankı bulduğundan saniyesinde haberdar oldum. A Haber Ankara temsilcisi Murat Akgün’ün moderatörlük yaptığı programın zamanlaması müthişti. 40 seneden fazladır devam eden sorunla ilgili iktidar ve ana muhalefetin ortak çözüm arayışı adına yaptığı görüşmenin hemen akabinde Başbakan’ın takındığı olumlu tavrın yansıtılması çok ama çok iyi oldu. Kan üzerinden siyaset yapanlar değil ama bu topraklarda gerçekten barış isteyen her yurttaş Başbakan’ın verdiği mesajlarla mutlu oldu. Umuyorum bu barış amaçlı flört genişleyerek ve diğer siyasal partilerin de desteğini alarak çözüm olana değin sürer. Kardeşin kardeşe kurşun atmasının bir an evvel son bulmasını arzulayan bir birey olarak kalbimle, kalemimle her zaman bu birlikteliğe omuz vereceğimin bilinmesini isterim.
Gelelim deyim yerindeyse bazılarının “dumur” olmasına neden olan Başbakan Erdoğan’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la ilgili yapmış olduğu, “Ona emri veren benim, alacaksanız beni alın!” çıkışına! İster inanın ister inanmayın ama ben bazıları gibi “Başbakan şimdi gemileri yaktı işte!” deyip hayretler içine falan düşmedim. Çünkü biliyordum zaten Başbakan’ın o gemileri çokkk öncelerde yaktığını. Hem yaktığını, hem de unutmamak andıyla yüreğinin en derinlerinde bir yerlere not düştüğünü! Kaldı ki bu konuda ilk değil ki Başbakan’ın çıkışı. Çin seyahatinde biz gazetecilerle yaptığı görüşmede de çok açık ve net biçimde söylemişti düşüncelerini. Hepimiz gördük o soru sorulduğu anda nasıl gerildiğini. Ve yanıt verirken kurduğu, “Sessiz kalmak mümkün değil. Niye. Benim nekahet dönemime rastlayan süreçti. Benim sır küpüm. Türkiye Cumhuriyeti devletinin sır küpü!” cümleleriyle aslında, “O operasyon Hakan’a değil banaydı bana! Bir mesajdı şahsıma ama ben bunu yemem! Hem yemem, hem de ölene dek unutmam arkadaşlar!” demek istediğini! Onun için anlamadım insanların neden şaşırdığını. Ne olması bekleniyordu ki? Başbakan’ın bazılarının, “Onlar etti! Siz etmeyin!” arabuluculuk hizmetlerini kırmayıp canının derdine düştüğü kritik bir zamanda kendisine atılan o büyük “keleği” unutacağını, topu topu 3 ay önce söylediklerinden geri adım atıp hatıra binaen “Ya kapatalım bu konuyu artık! Yaşandı ve bitti! Üzerinde durmayalım” diyeceğini falan mı sanıyorlardı acaba?
Valla böyle olabileceğini sananlar vardıysa yanıldılar o zaman. Demek ki Tayyip Erdoğan’ı hiç tanımamış o insanlar! Demek ki 7 Şubat itibariyle başlayan süreçte neler yapılmaya çalışıldığını, neler yaşandığını tam kavrayamamışlar!
Çok yazdım o aralar operasyonu çekenlerin amacının aslında ne olduğunu ama bir kez daha dikkate sunayım:
“O sürecin mimarlarının da, aktörlerinin tek hedefi Başbakan Erdoğan’ı gümletmekti!”
“Neden?” diye soracak olursanız da size Başbakan’ın bir cümlesinin tam bir cevap olduğunu söyleyebilirim.
Boşuna demedi herhalde de mi, “Devlet içinde devlete izin vermeyiz!” diye!
Ha bu arada artık adları 7 Şubatçılar olarak anılan ekip son günlerde yine kıvranıyor! Niye? Çünkü hükümet çokkk daha önce çıkarması gereken bir yasa için nihayet düğmeye bastı. 50 kere söyledim. Yazdım, “böyle bir rezalet olmaz” diye. Neyse ki bitiyor. Artık dağdaki çobanı bile muhtarıyla görüşürken, “Sağlam değil burası emmi! Yüz yüze görüşelim” diyebilme noktasına getiren illegal dinleme kepazeliği son buluyor! Malum ekip ise iletişim hakkı gaspına son veren bu yasaya; “Olmaz! Biz o yasal olmayan dinlemeler sayesinde darbecileri suçüstü yakaladık ve teşhir ettik! Bunu sonlandıramazsınız!” diyerek karşı çıkıyor. İstiyorlar ki “Suçüstü yapacağız!” bahanesiyle her türlü dinlemeyi, izlemeyi kendisine iş edinenleri bu hükümet tepesinde gezdirsin yani! İstesinler tabii. O da demokratik bir talep ama ben de diyorum ki “Yetti artık arkadaşlar! Farkında mısınız bilmiyorum ama burası Cibuti filan değil! Burası Türkiye efendim! Büyük Türkiye!”
SEVİLAY YÜKSELİR/SABAH